Ülkücü, Cenab-ı Allah'ın nizamını yeryüzüne yaymayı gaye edinmiş; kendisini Allah ve Resul’ünün davasına adamış, Ílâhi kelimetullah için nizam-ı âlem davası ve din ü devlet , mülk ü millet uğruna malıyla, canıyla; her şeyiyle mücadele etmeye ve ay yaldızlı al bayrağı kızıl elma burçlarına dikmeye söz vermiş yiğitlerdir.
Rahmetli Başbuğun deyimiyle , insanlık âlemi içinde uşak olmayı ve başkalarını uşak olarak kullanmayı kabul etmeyen şerefli bir bayrağın taşıyıcısıdır ülkücüler.
Allah’ın rızasına , Peygamberin muhabbetine ve milletin teveccühüne talip olmak ve karşılıksız sevmektir ülkücü olmak.
Kaybedeceğini bilse de ayıplansa da horlansa da doğrudan şaşmamaktır, zulüm Azrail de olsa hep Hakkı tutup mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir, diyebilmektir ülkücü olmak.
Cefakâr ve fedakar olup çile çekmektir ;
ama asla karşılık beklememektir.
Anadan , yardan ve serden geçmektir,
“Vatanımın ha ekmeğini yemişim, ha uğruna bir kurşun” diyebilmektir ülkücü olmak.
Kırk yiğidiyle Çin sarayını basan Kürşad’ın , Avrupa’yı dize getiren Atilla’nın , Anadolu’yu vatan eyleyen Sultan Alparslan’ın ,İstanbul’u fetheden Fatih’in ve daha nice kahramanların ayak izlerini takip edebilmektir ülkücü olmak.
Yesi’ de Hoca Ahmet Yesevi , Anadolu’da Yunus, Tuna boylarında Osman Paşa, İstanbul surlarında Ulubatlı Hasan, Kırım ellerinde Mustafa Cemiloğlu , Kafkasya’da Şeyh Şamil , zulüm karşısında Celalettin Harzemşah ,Turan illerinde Osman Batur ve Çanakkale’de Yahya Çavuş olabilmektir ülkücü olmak.
Dünya denen mezelletin kirli tezgâhlarından ırak olup , üç kuruşluk dünyalık için fırıldak olmamaktır ülkücü olmak.
Kara sevdayla tutulduğu ülküsü ve ülkesi uğruna yılmadan, yorulmadan, korkmadan , mücadelesini inandığı değerler uğruna , ömrü yettiğince sürdürebilmektir ülkücü olmak.
Fertten cemiyete , cemiyetten millete , milletten ümmete , ümmetten Allah’a giden bir yolun yolcusu olmaktır ülkücü olmak.
Yalnızca milletini sevdiği için hapse atılmak ya da idam sehpalarına gülerek gidebilmektir ülkücü olmak. Akıl almaz işkenceler görse de , ömrünün en güzel yıllarını zindanlarda bıraksa da yine de devletine , milletine küsmemektir . Ya Rabbi kahrında hoş lütfunda hoş diyebilmektir ülkücü olmak.
Var olsun yurdum , yücelsin milletim diye ateşten gömlek giyip , hayat ve ölümle dalga geçmektir ülkücü olmak. İdeallerini ve mefkurelerini sadece kaline değil ,haline de yansıtabilmektir ülkücü olmak.
Velhasılı zordur ülkücü olmak.
İşte tüm bu sevdalar, mefkureler ve değerler uğruna , zoru başarıp , gözlerindeki inancı, gönüllerindeki imanla birleştirip sevgi pınarından ülkü diyarına aktılar. Kimilerinin yaşları on dört, on beş veya on dokuz idi; kiminin adı Mustafa, Selçuk, Süleyman , İmdat kimininki Halil , Fırat idi.İsimleri farklı yaşları küçüktü ama gönüllerindeki iman, kalplerindeki tevekkül ve teslimiyet içerisinde , cellatlarından bile helallik isteyecek kadar ince bir ruha sahiptiler.
"Kurtçular" diyorlardı onlara yaşlı teyzeler, kahve sohbetlerinde emmiler , dayılar ise "Türkeşçiler”. Koministler "faşist" derken, sahte Müslümanlar "dinsiz" diye yapışıyorlardı yakalarına... Bilmeyenler katil diyor , aydınlar "vurucu, kırıcı" olarak görüyor, medya , emperyalistler ve faiz lobisi “çek-senet mafyası” olarak gösteriyorlardı onları. Ortacılar "kaçın kaçın" diyorlardı onları görünce , fakültelerde pkk’lılar "saldırın" , polis "vurun" , rektör "atın" ,hakim "asın" , savcı "götürün" , avukat" savunamam" diyordu onlar için.
Aslında herkes haklarında bir şeyler söylüyordu . Onlar memleketi, milleti , bayrağı ,sancağı ; devletin ve milletin iikbal ve istiklalini düşünürken....
Onlar Anadolu kadar geniş yürekli ,çelik iradeli , aksiyoner ruhlu, , gani gönüllü, Allah, Peygamber aşıkı , vatan ve millet sevdalısı , Anadolu’nun gözünü budaktan , sözünü dudaktan esirgemeyen yiğitleriydi. Onlar bayrak inmesin , ezan susmasın , vatansızlarca vatan işgal edilmesin diye her türlü tehlikeye göğüs geren, dar ağacında vatanım , milletim yaşasın diye can veren , Oğuz’un yiğit ve mert çocuklarıydı.
Onlar, alnı ak, sevdâsı Hakk olan güzel insanlardı… Onlar, “Kevser akan, “Gül” kokan” kahramanlardı… Onlar, “Türk Dünyası”na sevdâlı gönüllerdi… Onlar, “Eylül’ün Kırdığı Gül”lerdi… Onlar, Türk’ün yürek sesi, Türkiye’nin beşik kertmesi , idealizmin son efsânesiydi… Onlar, Anadolu’nun alın teri ve bu ülkenin yerlileriydi… Onlar, bize “Eylül”den değil, “Ocak”tan yâdigârdı… Onlar Tanrı Dağı kadar Türk ,Hira Dağı kadar müslümandı.
Onlar, “Bizim emsallerimiz değildi ; ama bizim numune-i timsallerimiz, ülkü önderlerimizdi.
Onlar, arandıklarında burdayım diyen, sorulduğunda doğru söyleyen; tabutuna sarıldıklarında bayrağı incitmeyenlerdendi.
Onlar, göçtükleri vakit il göçüren , geçtikleri vakit yol gösteren ; suyundan içtikleri vakit ırmağı incitmeyen , sevdalandıkları vakit sevdalısına açılamayan kahramanlardı.
Zor zamanların , zor yürekleriydi onlar. Ülkücü olmanın bedelinin ölüm olduğu bir çağda, çağları kıskandıranlardandı. Herkes kendi derdindeyken ülkelerinin kaygısını taşıyorlardı ruhlarında. Ülküleri vardı, cihanı kuşatan! Öfkeleri vardı yeri göğü titreten. Onlar genç yaşta ölüme gülümsediler ve “İyi atlara binip gittiler...”
Onların Ruhları Bizim Varlığımızın Teminatıdır. Allah (c.c) Hepsinden Razı ve Memnun
Olsun. Ruhları şad, Mekânları Cennet Ola.