https://www.istikbal.com.tr/marka/tinyhouse

Hüseyin Döngel


Türkiye'de askeri darbeler süreci ve nedenleri - 5

Nedenleri ve Sonuçlarıyla 28 Şubat 1997 Darbesi


Son başarılı askeri darbe olarak 28 Şubat 1997 muhtırasını anmak gerekir. Bunun nedenleri şöyle sıralanabilir: 

a. 1990’lı yıllarda merkez sağ ve merkez soldaki parçalanmayı darbenin nedenleri arasında saymak gerekir. Ancak bu parçalanma aynı zamanda 12 Eylül darbesinin sonuçları arasındadır.

a.i. Merkez sağda Tansu Çiller-Mesut Yılmaz çatışması

a.ii. Bülent Ecevit- Erdal İnönü/Murat Karayalçın- Deniz Baykal 

b. Ekonomik kriz ve 5 Nisan 1994 devalüasyonu

c. Siyasal cepheleşme: Laik-İslamcı çatışması

d. RP nin Laiklik ve Batı karşıtı söylemleri

e. 8 yıllık eğitim ile ilgili tartışmalar.

Bin yıl süreceği belirtilen ama sadece 5 yıl sürebilen 28 Şubat’ ın sonuçları arasında şunlar sayılabilir:

a. 28 Şubat MGK kararları ile 8 yıllık eğitim de dahil laiklik temelli politikalar benimsendi. Erbakan kararları imzalamak zorunda kaldı.

b. Meclis açık kalmakla birlikte hükümet üzerinde baskı yaratıldı. Erbakan başbakanlığı hükümet ortağı Çiller’ e devretmek istedi.

c. Cumhurbaşkanı Demirel, hükümeti kurma görevini Çiller’ e vermedi. DYP’den istifalar meydana geldi.

d. Erbakan siyasi yasaklı hale geldi. RP kapatıldı. FP kuruldu.

e. R. Tayyip Erdoğan okuduğu şiir nedeniyle mahkûm oldu. Fethullah Gülen Amerika’ya kaçtı.

e.Ecevit’in başbakanlığı döneminde Öcalan yakalandı.

f. 28 Şubat’ın 1000 yıl süreceği beklentisi oluştu. Ancak 5 yıl sürdü.

g. 99'da kurulan koalisyon hükümeti 2001 ekonomik kriziyle yıkıldı: DSP-MHP-ANAP Hükümeti

h. Erdoğan’ın liderliğinin önü açıldı. Gülen Amerikan’dan Türkiye’yi etkilemeye devam etti.

ı. Netice itibarıyla 28 Şubat darbesini, post modern ya da anayasal darbe olarak tanımlamak mümkündür.
e. Nedenleri ve Sonuçlarıyla 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden beş yılı aşkın bir süre geçti. Olay sıcaklığını koruduğu gibi konuya ilişkin belge ve bilgilerin net bir şekilde henüz ortaya konulamamış olması, olaya dair analizleri zorlaştırmaktadır. Çünkü hala gün yüzüne çıkmaya devam eden bilgi ve belgeler var. Bu noktada mahkeme tutanaklarının ve TBMM 15 Temmuz Darbe Komisyonu Raporu ile eklerinin incelenmesi bir zorunluluk olarak ortadadır. 15 Temmuz darbe girişimi, kanaatimce İnönü’nün bastırdığı Talat Aydemir darbe girişimi vakasına benziyor. İnönü, Aydemir’ in iki darbe girişimini bastırmıştı.
Bu kanaate nasıl varmıştım? Aslında darbe girişimini balkonda otururken  kızımın içerden darbe olmuş, diye seslenmesiyle  ve arkadaşlarımın sosyal medya üzerinden attıkları mesajlardan öğrendim. Saat 10,30 civarıydı. Herkes şaşkındı, neler oluyor? Sorusunun telaşı içerisindeydi. Televizyon kanallarını açtım. Yaz günü, Cuma akşamı saat 10,30 civarında darbe mi olurdu? Şaşırtıcı görünüyordu. Darbelerle ilgili deneyim, hafta sonunda yapılması itibarıyla örtüşmekteydi. Ancak genel olarak darbeler gece yarısından sonra, sabaha karşı yapılmaktaydı. Darbe planının erkene çekilmesinin temel nedeni deşifre oldukları düşüncesi olsa gerekti. Ancak bu başarısızlığın nedenlerinden birini oluşturacaktı. Darbenin emir-komuta zincirinde olmayışı ve ortada görünen bir liderinin bulunmayışı benim Fethullahçı darbe girişimi yorumunu yapmamın nedenlerinin başında gelmekteydi. Çünkü TSK içerisinde, döneminde Ergenekon-Balyoz vb. davalarla Gülen cemaati mensuplarının önü açılmıştı. Bu tasfiye süreci olmasaydı şüphesiz 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleşmezdi. Tasfiye, darbecilerin o kadroları doldurmasına imkân sağladı. Darbe girişiminin Talat Aydemir’in darbe girişimlerine benzemesi başarısız olmasının nedenlerinden biriydi elbette
şöyle idi: 27 Mayıs sonrasında TSK içerisinde cunta örgütlenmeleri devam etmekteydi. Dönemin başbakanı İsmet İnönü, darbe hazırlıklarının farkındaydı. Bu kapsamda darbecilerin lideri olan Talat Aydemir’in komutanı olduğu Harp Okulunu ziyaret etti. İnönü, darbecilere girişimlerinin farkında olduğunu, onlarla mücadele edeceğini ve onlardan çekinmediğini, demokratik rejim için mücadele edeceğini göstermekteydi. İnönü, hükümet ve Genelkurmay başkanlığı, darbe yapacak olanları pasif görevlere atamak isterken, Şubat gecesi Aydemir ve ekibi darbe girişiminde bulundu. 22 Şubat akşam saatlerinde başlayan darbe girişimi, 23 Şubat sabahı bastırıldı. Darbe girişimi, 23 Şubat tarihli gazetelere şöyle yansıdı: Hareket bastırıldı. Başkumandan Cevdet Sunay’ın bildirisinden sonra harekâta girişenler hükümete bağlı kuvvetlere katıldılar. Hareketi idare eden Harp ve Tank Okulu kumandanları ile subaylar nezarete alındı. İzinli sayılan öğrenciler silahtan tecrit edilerek Ankara’yı terke davet edildiler. Harekete girişenler, Başbakan radyoda konuşurken yayını kestiler. - Harekete geçenler, Meclisin feshini ve Harp Okulu komutanı Aydemir’ in görevinde bırakılmasını istiyorlardı. İnönü, darbecilerin kan dökmeden teslim olmaları karşılığında sadece emekliye sevk edileceklerini ve yargılanmayacakları sözünü verdi. Darbenin başarıya ulaşamayacağını gören Aydemir ve ekibi teslim oldu.
İnönü, darbeye karşı karargâh olarak kullandığı Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan çıkarken gazetecilere verdiği demeçte: ”Dün bu saatlerde dostun ve düşmanın küçümseyerek baktığı bir Türkiye vardı. Bugün dost ve düşmana karşı, engin bir gururla, göğsü kabarmış dev bir Türkiye vardır. İşte iki cümle ile durumun izahı dedi.”  Daha sonra Meclise gelen İnönü’yü milletvekilleri darbe girişimini önlediği için ayakta alkışladılar.  22 Şubat olaylarının ardından radyoda halka hitap eden İnönü: ”Şahsi tahakküm sistemi kurmak daima halkın ve ordumuzun mukavemetiyle karşılaşacaktır.” dedi. Burada İnönü’nün hedefinde doğrudan Aydemir vardı; ama, sözleri 27 Mayıs öncesine de göndermeler içermekteydi. Şubat ayı sonunda bütçe görüşmelerinin tamamlanması dolayısıyla Meclis’te konuşan İnönü, ülkenin sorunlarının çözüm yerinin Meclis olduğunu söyledi: Meclis görevini başaramazsa buhranlar önlenemeyecektir. 22 Şubat sonrasında emekliliğe sevk edilen Aydemir (1962), 20 Mayısı 21 Mayısa bağlayan gece (1963) bir kez daha darbe girişiminde bulundu. Bu kez darbe girişimi daha hafif bir şekilde atlatıldı. Emekliliğe sevk edilen Aydemir’in ordu üzerindeki etkisi azalmış ve ordunun hükümete bağlılığı artmıştı. İktidarın çok da müdahalesine gerek kalmadan ordu, darbe girişimini kendi içerisinde etkisiz kılmayı başardı. İnönü, millete hitaben yayınladığı mesajında özellikle darbecileri destekleyen Harbiyelilere seslendi. Ordunun bütün kuvvetlerinin meşru hükümetin emrine girdiğini, ülkede asayişin sağlandığını ve hükümetin duruma egemen olduğunu söyledi. Harbiyelilere bir yılda ikinci defa,  bazı maceracıların peşine takıldıklarını, milletin bundan esef ve hicap duyduğunu belirtti ve şöyle devam etti:  Memleketimizin içerde ve dışarıda bütün itibarına zarar veren gafil insanlar sizi sevk etmektedirler. Hareketinizin maddi ve manevi mesuliyetinin ne kadar ağır olduğunu bilecek yaşta ve tahsildesiniz. Derhal kışlalarınıza dönünüz, devlet kuvvetlerine teslim olunuz. Kan dökülmeden yerinize dönerseniz, hiç olmazsa babalarınızı ve ailelerinizi utançtan ve felaketten kurtarırsınız. İnönü, sözlerini şöyle tamamladı: Devlet kuvvetleri, bütün orduları ve bütün millet yenilmez kuvvetiyle isyanın karşısındadır. Darbe girişiminin başarısız olması üzerine kaçan Aydemir, daha sonra yakalandı. Ayrıca 20 emekli subay da ifadeleri alınmak için gözaltına alındı. Bunlar arasında 14’ler olarak bilinen eski MBK üyeleri de vardı. Olaylar sırasında 7 şehit verildi, 26 kişi de yaralandı. Aydemir ve arkadaşlarının yargılanmasına kısa bir süre sonra başlandı (7 Haziran). 21 Mayıs darbe girişiminde bulunanların yargılandığı ve Mamak Mahkemeleri diye bilinen dava, Eylül ayı başında sonuçlandı. İdama mahkûm edilen Aydemir ve arkadaşlarının cezasını Ocak 1964’te Meclis onayladı.
Acaba daha sonraki darbeci ekipler  Aydemirin darbe girişimini hiç incelemişler midir, merak ederim.
Yapılan darbe girişimiyle, siyasi iradeyi ele geçiremezsen ve ordunun ana damarının desteğini sağlayamazsan darbe başarılı olmaz. Üstelik darbeye yol açan iç dinamikler (devalüasyonu ekonomik kriz ve siyasal cepheleşme) ve dış dinamik (ABD+NATO onayı) olmazsa meşruiyet sağlamak da mümkün olmuyor. Son olarak şunu söylemek isterim 1962 Şubat ayında Aydemiri darbe kararına yönelten atama ve tasfiye kararıydı. Acaba bu darbe girişiminde bulunanlar da tasfiye ve pasifize edilme durumuyla mı karşı karşıya idiler? Gerçekten de Türkiye’de 27 Mayısla başlayan 12 Mart ve 12 Eylül ile devam eden, son olarak 28 Şubat’ a kadar uzanan askeri darbelere bakacak olursak, her birinin elbette ayrı dinamikleri var. Bununla birlikte askeri darbelerin oluşması için genel olarak siyasal kutuplaşma ve devalüasyonu da içinde barındıran ekonomik kriz, iç dinamikleri oluşturuyor. İç dinamiklerin oluşmasının ardından dış onay/destek (ABD/NATO) devreye giriyor. Dört darbe için de bunu söylemek mümkün.
Bu iç ve dış dinamiklerin oluşmadığı darbeler/darbe girişimleri başarısız oluyor. Talat Aydemir de ve 15 Temmuz da olduğu gibi bugün geriye dönüp baktığımızda 15 Temmuz darbe girişimi ile Talat Aydemir darbe girişiminin benzerliğinin yanı sıra, 15 Temmuz darbe girişimi orduya sızma itibarıyla 9 Martçıların örgütlenmesini de andırmaktadır. Ancak 15 Temmuz darbe girişimini bu ikisinden ayıran bir başka nokta var: O da yabancı istihbarat örgütleriyle iç içe geçiştir.  Ne Aydemir de ne 9 Martçılarda böyle bir eğilime ilişkin bir bilgimiz yok. 15 Temmuz darbe girişimi, tarihimizdeki tüm diğer darbe girişimlerinden ayrı bir özellik taşımaktadır. 15 Temmuz darbecileri önceki darbecilerden  farklı olarak sivil halka ateş açtılar. Darbeye direnen 248 kişi şehit düştü, 2196 kişi yaralandı. Bu, Türkiye’de yaşanan tüm darbelerden farklı bir özellik arz etmektedir. Kamuoyuna yansıyan verilerden 15 Temmuz darbe girişimini yapanların bu darbeye nasıl hazırlandıklarına ilişkin yeterli bilgiye sahip değiliz.  Acaba 15 Temmuz darbecileri geçmiş darbe girişimlerini incelediler mi? Bilmiyoruz. Ancak çok da tarihsel verileri incelemedikleri anlaşılıyor. Ordu içerisindeki tek örgütlü grup olduklarına ve yabancı devlet/istihbarat örgütlerinin desteğine güvendikleri anlaşılıyor. İyi ki de geçmiş darbeleri inceleyip çalışmamışlar. Örneğin 1913 Babıali Baskınını ya incelemiş olsaydılar?
Darbe girişiminin bir komplo/kurgu olduğu, danışıklı dövüş olduğu iddialarını yersiz ve saçma buluyorum.
Bunu o tarihte de söylemiştim, halen de aynı fikirdeyim. Ancak şöyle bir şey olmuş olabilir: Yaklaşan Yüksek Askeri Şura da tasfiyelerin olacağı bilgisinin sızması nedeniyle bir darbe hazırlığına girişildiği öğrenilmiş, önlem alınmış, deşifre olmaları beklenmiş olabilir. Buna bir itirazım da olmaz, doğru da bulurum. Neticede 15 Temmuz darbe girişimi, başarısız ya da etkisiz olan askeri darbe girişimleri arasında yer almaktadır. Bu darbe girişiminin önlenişi ve bastırılması, yakın tarihimizin önemli olayları arasında yerini almıştır. Bununla birlikte buna aşırı anlam yüklemek, Çanakkale Savaşı ya da Millî Mücadele ile bir tutmak doğru bir davranış olmayacaktır. Nitekim 1971’ de İsmet İnönü, CHP Küçük Kurultayında sosyalist sola ilişkin eleştirilerde bulunmuş ve bu kesimin Bağımsız Türkiye taleplerini ve İkinci Kurtuluş Savaşı yürüttüklerine dair söylemlerini eleştirmişti:
  Arkadaşlar, herkesin dilinde, bağımsız Türkiye vardır. Herkesin dilinde yeni bir Kurtuluş Savaşı yapıyoruz, vardır. Kurtuluş Savaşını her babayiğidin sabahları kalktığı zaman icat edebileceği bir meydan muharebesi zannederler. Şimdi, her 25 yaşında bir delikanlı nereden, nasıl bir kuvvetle, izan ile meydana çıktığı belli olmayan tahriklere âlet olarak, Kurtuluş Savaşı yaptığını ilân etmektedir. İnsaf, biraz insaf lâzım. Atatürk 500 senede bir defa gelmiş, ikinci 500 senede değil. Türk milleti bağrından daima Mustafa Kemaller yetiştirecektir. Türk Milletinin cevheri, kültürü, anlayışı budur. Daima hür ve müstakil bir millet olarak yaşayacaktır. Bu zihniyeti yaşatmak için en son bulduğu şekil, cumhuriyettir, Türkiye Cumhuriyeti şeklidir. Onun içinden büyük istidatlar, büyük kahramanlar çıkacaktır. Ama her gün bir düzine böyle adamlar çıkacak kadar, Türk milleti zengin değildir, cömert değildir.

Sonuç olarak yaşadığımız askeri darbeler ya da darbe girişimlerini önlemenin en temel yolu, devlet kurumlarını güçlendirmek ve demokratik kurumları işletmek ve bir o kadar da toplumun demokratik kültür düzeyini yükseltmektir. Türkiye’nin bugün sahip olduğu pek çok kurumun tarihi Tanzimat dönemine kadar uzanır. Bu kurumlar Osmanlıdan Cumhuriyete miras olarak kalmışlardır. Kurumsallaşma sürecinin tepe noktası Atatürk dönemi olmuştur. Atatürk’ün, İzmir suikastının ardından söylediği “ Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.” ifadesi bu noktada son derece anlamlıdır. Batı dünyasının Ortadoğu’daki ve dünyanın diğer yerlerinde diktatörlükleri/tek adam rejimlerini desteklemelerinin arkasında yatan nedenlerden biri de budur. Yönetmesi ve kontrolü kolaydır. Üstelik buna tarikat liderlerini de eklemişlerdir. Sultan-tebaası arasındaki ilişki, şeyh- mürit ilişkisinde de geçerlidir. Baştakini ele geçirmek tebaasını da ele geçirmek demektir. Devletine liyakat ve sadakati olmayan cemaat ve tarikatlar çok kolay küresel güçlerin maşası haline gelmektedir. Son FETÖ darbe girişimi de bunu teyit etmektedir. Benzerlerini Millî Mücadele yıllarında da gördüğümüzü söylemek gerekir. Kurumsallaşmayan ve tek adamın egemen olduğu devletlerin dağılması ya da uzun ömürlü olmaması kaçınılmazdır. Tarih bu konuda zengin örneklerle doludur. Cengiz ve Timur’un kurduğu büyük imparatorlukların ölümlerinin ardından dağılıp gittikleri unutulmamalıdır.
Kurtuluş Savaşı’nın 100. yılında Türk ortak kimliğinde birleşerek tebaa değil, yurttaş ve birey yetiştirerek, eğitim sistemimizi buna göre dizayn ederek 21. yüzyılda varlığımızı sürdürebilir; barış ve refah içerisinde yaşayabiliriz. Bunun vazgeçilmezi demokrasi, hukuk devleti ve üretime dayalı bir ekonomidir. Böyle bir ortamda darbeler, tarihimizin uzak dönemlerine ait hatıralar olarak kalacaktır. Destan mı, kurgu mu tartışmasını/hamasetini bir kenara bırakarak gerçek olduğunu görmek ve ama bundan ders çıkararak askeri darbeleri tarih kılmak bir zorunluluktur. Ancak bir başka zorunluluk da yaşananlardan ders çıkarmaktır. Bir dini cemaatin diğer dini cemaatlerden farklılaşarak gücünü ve etkisini arttırıp uluslararası bir aktör haline geldiği, bu süreçte hem içeriden ve hem de dışarıdan destek gördüğü bir gerçektir. Fetullahçı yapılanma hiç kuşkusuz yabancı istihbarat örgütleriyle iç içe geçerek bir terör yapılanmasına dönüşmüş ve darbe ile iktidarı ele geçirmeye çalışmıştır. Bu, ordunun bir darbesi değildir; yabancı istihbarat örgütlerinin aparatı haline gelen ve terör örgütüne dönüşen bir cemaatin darbe girişimidir. O nedenle de önceki darbelerden ya da darbe girişimlerinden tamamen ayrılmaktadır.
Cumhuriyetin 100. yılına girerken yurttaş ve birey temelli çağdaş bir demokrasi inşa ederek darbe üretmeyen bir siyasal ve toplumsal yapı oluşturmak Türkiye Cumhuriyetinin bekası için bir hayati önem taşımaktadır.