https://www.istikbal.com.tr/marka/tinyhouse

Hüseyin Döngel


Türkiye’de askeri darbeler süreci ve nedenleri-2

Batı karşısında Osmanlı Türk devletinin uğradığı askeri yenilgiler, orduda reform ihtiyacını arttırırken bütçeye binen mali yükler de maliye alanında reform ihtiyacını doğurdu.


Bu bağlamda ilk Osmanlı reformlarının ordu ve maliye alanında olması şaşırtıcı değildi. Ordu alanında yapılacak reformların temel dayanağı asayiş ve eğitimin yanı sıra yeni teknolojileri yakalamaya yönelikti. Maliye alanındaki sıkıntı da diğerinden aşağı değildi. Çünkü hem gelir kaynaklarını arttırmak ihtiyacı mevcuttu ve hem de masrafları kısmak da ayrı bir zorunluluktu. Maliyeye yönelik gelir kaynaklarını arttırmanın yolu halkın üzerine binen yükün artmasına ve iltizam sistemine yol açtı.

Maliye alanında tasarruf çabaları, bütçe açıklarını kapatmak açısından bir zorunluluk olmakla beraber uygulamada yeniçeri maaşlarında kesintiye gidilmesine yol açtığı için ayaklanmalara da neden oldu. Yeniçeri ayaklanmalarının başka nedenleri de olmakla birlikte düşük değerli akçeyle maaş almak en büyük ayaklanma nedeni idi. Bu, gümüş paranın içerisine bakır katılarak değerinin düşürülmesi ya da kırpık akçeyle maaşın ödenmesi şeklinde kendini göstermekteydi.

Sözü edilen uygulamanın günümüzdeki adı devalüasyondu. Doğal olarak devalüasyon alım gücünü düşürmesi dolayısıyla ücretli kesimde tepkiye neden olmaktaydı. Klasik yeniçeri ayaklanmalarının nedenleri arasında yeniliklere direnmek, yeni teknolojileri benimsememek ve disiplinsizlik gibi nedenler bulunmakla beraber, ana nedenin ekonomik olduğu rahatlıkla söylenebilir. Nitekim günümüzdeki askeri darbelerin nedenleri arasında benzer etkileri bulmak mümkündür. Genç Osman, III. Selim gibi padişahların bile canını kaybetmesine yol açan yeniçeri ayaklanmalarına son veren II. Mahmut oldu. Yeniçeri ocağının ortadan kaldırılmasıyla birlikte yeni bir askeri yapı oluşturulmaya başlandı. Askeri idadiler bunların başında gelmekteydi. Örneğin Kuleli Askeri İdadisi nin kuruluşu 1834 tarihlidir. Mustafa Kemal Atatürk ve kuşağı da bu okullarda yetiştiler. İdadilerin dışında ve onlardan da önemli üç okul sayılmalıdır: Mülkiye, Harbiye ve Askeri Tıbbiye.  Lale Devri, III. Selim, II. Mahmut ve Tanzimat dönemlerinde önemli kırılma noktalarından geçen Osmanlı modernleşmesinin öncüsü bürokratlardı. Özellikle Tanzimat döneminin bürokratlarıyla birlikte modernleşmenin öncülüğü padişahlardan önce Tanzimat paşalarına geçti ve sonra da modernleşmeci eğilimler alt düzeyde bürokratlara da yansıdı. Devletin bekası meselesi, uzun 19. yüzyıla damgasını vurdu da ortaya çıkan Kuleli Vakasından başlayarak takip eden süreçteki Jön Türk/Yeni Osmanlılar hareketinin entelektüel boyutunda sivil bürokratların ciddi bir etkisi olsa da I. Meşrutiyetin ilanında askeri bürokrasinin etkisi de yadsınamaz. Kısa ömürlü I. Meşrutiyet sonrasında yeniden canlanan ve İkinci Jön Türk hareketi olarak tanımlanabilecek olan İttihat ve Terakki örgütlenmesi içerisinde asker ve sivil bürokrasinin yeraltı örgütlenmesi dikkat çekici boyutlardaydı.

II. Abdülhamit’i meşrutiyeti yeniden ilan etmeye zorlayanlar da bu genç subaylardı Cumhuriyetin II. Meşrutiyetten çıkardığı dersler ordunun mektepli subaylarının gücüne dayanarak Meşrutiyet döneminin etkili gücü olarak ortaya çıkan İttihat ve Terakki Cemiyeti, modern anlamda asker-siyaset ilişkisinin başlangıcının kapısını açan örgütlenme oldu. Yakın tarihimizin en ilgi çekici örgütlenme yapısına ve dinamizmine sahip olan İTC, dayandığı ordu gücü ve silahlı fedaileriyle orduyu tam anlamıyla siyasetin içerisine soktu. Bunun sakıncalarını hissetmek için çok beklemek gerekmedi. Bunun ilk belirtisi 31 Mart ayaklanmasıydı (13 Nisan 1909). Ordu içerisindeki alaylı-mektepli çatışması, meşrutiyet yanlısı ve meşrutiyet karşıtı çatışma olarak da kendini gösterdi. 31 Mart sürecinde yaşananlar sonrasında yaşananların habercisi gibiydi. Birinci Balkan Savaşı’nda yaşanan büyük hezimet ve Balkan topraklarının tamamen elden çıkışı, büyük ölçüde ordu içerisinde yaşanan çatışmadan da kaynaklanıyordu. Birinci Balkan Savaşı’nın yarattığı acı hatıralardan Cumhuriyet in kurucu kadrolarının önemli dersler çıkardıklarını söylemek gerekir. Çünkü aynı kadrolar, İkinci Meşrutiyet yıllarının kurmay subaylarıydı. Bu isimlerin başında elbette Atatürk gelmekteydi. İttihat ve Terakki’nin 1909 Kongresinde ordu ve siyasetin iç içe geçmesinin orduyu zayıf düşüreceğini söylemesi; İttihat ve Terakki Cemiyetinin partileşmesini ve ordunun da kışlasına dönmesini istemesi İttihatçı kadroların muhalefetiyle karşılaşmıştı. Atatürk e göre İTC içinde çalışmak isteyen subaylar askerlikten istifa etmeli ve ancak o zaman siyasetle uğraşmalarına izin verilmeliydi. Bu konuda yasal önlemler de alınmalıydı. İsmet Bey (İnönü) de ordunun siyasetten ayrılması fikrindeydi. Nitekim bu konuda kendisinden hazırlaması istenen bir tasarıyı, arkadaşlarının da katkılarıyla hazırladıktan sonra Mahmut Şevket Paşa ya sunmuştu. Fevzi Paşa (Çakmak) ise, Balkan Savaşları sırasında ordu içinde yaşanan İttihatçılık-Halâskârcılık gibi ayrılıklardan ders alınarak, aynı hataya Kurtuluş Savaşında düşülmediğini belirtmektedir. II. Meşrutiyet döneminde ordu ve siyaset iç içe bulundu. İttihatçı kadrolar siyasette ordunun gücünden yararlanmaya devam ettiler.

Birinci Balkan Savaşı yenilgisinin faturasını Hürriyet ve İtilafçılara kesen İttihatçılar, Ocak 1913’te yakın dönem Türkiye tarihinin ilk modern hükümet darbesini yaptılar ve Babıali Baskını ile iktidarı ele geçirdiler. Ordu içerisindeki İttihatçı subaylar İTC’yi desteklerken Halaskar zabitan ise HİF yi destekliyordu. Halaskar, kurtarıcı demekti. Kimi kimden kurtaracaktı? Ülkeyi düşmandan değil, İttihatçılardan kurtaracaktı. Doğal olarak ordu vatan savunmasını ihmal ederek siyasal çatışmanın ortasında yer almış, kendi içerisinde bölünmüş ve bu da dağılma sürecini hızlandırmıştı. Ordunun siyasetteki etkisi II. Meşrutiyet yıllarına damgasını vurdu. Bunun elbette ki sembol ismi Enver Paşa idi. İTC nin üç önemli paşasından ikisi asker kökenli paşaydı: Enver Paşa ve Cemal Paşa Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgiyle sonuçlanması ve Mondros Ateşkes Antlaşması’nın ardından işgallerin başlaması, Millî Mücadele nin fitilini ateşledi. Dağıtılan ve silahlarına el konulan ordunun pek çok subayı, yerel direniş odaklarıyla birleşerek ulusal direnişin öncüsü oldular. Bu örgütlenmenin mimarı Mustafa Kemal Paşa oldu. Neticede ve zorunlu olarak ordu yine siyasetin içindeydi. Hatta ordu komutanı paşalar Birinci Meclis’te milletvekili olarak da yer aldılar. Kurtuluş Savaşının olağanüstü koşulları nedeniyle ordu komutanı Paşaların mebus olarak Birinci Mecliste bulunmaları mümkün olabilmişse de bunu takip eden dönemde, 1924 yılının siyasal koşulları içerisinde, TBMM’ deki paşalar, mebusluk ya da askerlikten birini tercih etmek zorunda bırakıldılar. İkinci Meşrutiyetin ilanını takip eden dönemde Mustafa Kemalin istediği şey, ancak 15 yıl sonra gerçekleştirilebildi. Cumhuriyetin Meşrutiyetten aldığı en önemli derslerden biri de ordunun siyasetin dışına çıkarılması gerekmesiydi. Bu aynı zamanda Kemalist kadronun orduya tam egemen olmasına da imkân sağladı. Ordunun 1960 yılına kadar siyasal yaşamın dışında kalmasını sağlayan nedenlerden biri de bu altyapıydı.