Malazgirt Zaferi, Türkleri Asya’nın batısına hâkim kılmış, Hıristiyan dünya ile komşu yapmış ve Haçlı Seferlerinin başlıca sebebi olmuştur. Bu savaş, Türkleri Avrupa’nın yanı başında yaşayan bir millet yapmıştır.
Türkiye devletinin kuruluş tarihini 1071 olarak kabul eden değerli hocamız Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş bu konuda şu değerlendirmeyi yapar:
“Bilindiği üzere Büyük Selçuklu İmparatorluğu Oğuz Türkleri tarafından 1040 yılında Dandanakan Savaşı’ndan sonra Horasan’da kurulmuştur. Anadolu’nun fethi ve vatan hâline getirilmesi ise 1071’de Alp Arslan’ın Malazgirt’te Bizans Hükümdarı Diyojen’e karşı büyük bir zafer kazanmasıyla mümkün olmuştur. Böylece Türkiye Devleti 26 Ağustos 1071’de kurulmuş olmaktadır.”
Ne mesut bir tevafuktur ki, dünya tarihi, iki büyük 26 Ağustos zaferine tanıklık etmiştir. Biri Anadolu’nun fethi diğeri düşmanların hüsrana uğratılarak Türkiye Devletinin kurulmasıdır. İşte Türk milletinin iki büyük zaferi: 26 Ağustos 1071 Malazgirt, 26 Ağustos1922 Dumlupınar.
Alp Arslan’ın kısa süren saltanat dönemi olmuştur.(1064-1072) Ama onun dönemi tıpkı Yavuz Sultan Selim gibi Türk devlet nizamı ve cihan hâkimiyeti mefkuresinin en parlak devirlerinden birini teşkil eder. Selçuklu İmparatorluğu, bu kısa müddet zarfında, ecdatları Selçuk’un yaşadığı Sır-derya (Seyhun) boylarından Akdeniz kıyılarına kadar uzanmıştır. Alp Arslan, yıldırım sürati ile Türkistan’ı, Hazar sahillerini ve Kafkasları fethedip bu bölgelerde hüküm süren birçok emir, melik, yabgu ve hükümdarları ile Karahanlı hakanlarını tabiiyetine aldıktan sonra, İslam’ın dâhilî düşmanı Fatimîlere ve haricî düşmanı Bizanslara karşı iki büyük sefere girişti.
Sultan Alp Arslan, Malazgirt Zaferi üzerine namı Dȃrȃlar, İskenderler, Sezarlar, Halid ibni Velidler, Amr İbnu’l-Â’slar, Musa İbni Nusayrlar derecesine çıktı ve Japonya’dan İngiltere’ye kadar uzanan muazzam bir şöhret yaptı.
Batı Türklerinin atası kabul edilen Alparslan, Arap ve Bizans tarihçilerinin ittifakla belirttikleri ve kendisine verilen unvan, künye ve sıfatların de açıkça gösterdiği üzere çok cesur, yiğit, kudret ve azamet sahibi bir kişiliğe sahipti. Heybetinin yanında adaleti ile de ün yapmıştır. Bu hasletini Romanos Diogenes’e yaptığı muamelelerden anlaşıldığı gibi affedici ve müsamaha sahibi olduğunu defalarca ispatlamıştır. Sultan Alp Arslan çok dindardı ve dinî hükümlerin tam sadakatle uygulayıcısı olarak tanınıyordu. Onun bu cephesi, halk arasında velî derecesine yükseltilmesine ve şahsına pek çok kerametler isnat edilmesine sebep olmuştur.
Sultan Alp Arslan Türk - İslam kültürüne ve bilim dünyasına da büyük hizmetler yapmış Selçuklu medeniyetinin kurulmasına vesile olmuştur.
Mesela İslam dünyasına ve Osmanlı Devleti’ne model olmuş yüksek öğrenim kurumu olan Nizamiye Medreseleri Alp Arslan tarafından kurulmuştur. Malazgirt Savaşı sırasında zamanın temel bilimleri olan hukuk, tıp, astronomiye matematik gibi bilimlerde Selçuklular oldukça ileri seviyelerdeydi. Özellikle matematik biliminde Selçuklular Bizans’ın çok önündeydi. Askerlik bilimi ve sanatı açısından Türk askerleri Orta Çağ tarihçilerinin ve gözlemcilerinin âdeta gözdesi idi.
Prof. Dr. Erol Güngör’ün dediği gibi, eğer Türk ve İslam tarihinin dokuz yüz yıllık kaderini çizen tek bir insan göstermek mümkün oldaydı, bu, hiç şüphesiz Alp Arslan olurdu.
Bizansı alt edecek savaşın tüm hazırlıklarını tamamlayarak 26 Ağustos 1071 Cuma günü öğleye kadar orduyu denetleyen ve kumandanlarına son direktiflerini veren Alp Arslan, cuma günü öğle vaktinde ordusuyla birlikte cuma namazını kıldıktan sonra , şu tarihi konuşmayı yapmıştır. “Ölürsem kefenim olsun.” dediği beyaz bir elbisesiyle askerin karşısına çıktı ve şöyle dedi: “Ey askerlerim ve kumandanlarım! Daha ne zamana kadar biz azınlıkta, düşman çoğunlukta olarak böyle bekleyeceğiz? Ben, Müslümanların camilerde bizim için dua etmekte oldukları bu saatlerde düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek arzu ettiğimiz sonuç gerçekleşmiş olur. Yenilirsek şehit olarak cennete gideriz. Bugün burada ne emreden bir Sultan, ne de emir alan bir asker var. Ben de içinizden biri olarak sizinle birlikte savaşacağım. Benimle gelmek isteyenler peşime düşsünler, istemeyenler serbestçe geri dönebilirler.” Alp Aslan bu ünlü konuşmasının ardından ilk hücumu başlattı.
Tarihte temel bir kaidedir: Büyük kitleleri sevk ve idare etmesini bilen büyük adamlar kati neticeyi almak istedikleri anda emrindekilerin psikolojisine uygun nutuklar irat ederler, onları coştururlar. Tarihin yetiştirdiği en büyük adamlardan biri olan Alp Arslan da aynı şeyi yapmıştır. Diğer taraftan, bu büyük Türk hükümdarı ordusuna iki şıktan birini tavsiye etmektedir: Ya toptan şehit olarak cennete girmek, manevi mükafata nail olmak yahut zaferi kazanarak maddi servete kavuşmak. O, üçüncü bir şıkkı, mağlup olma veya ricat şıkkını kabul etmemektedir.
Böyle bir iman, irade ve kararlılıkla kazanılan Malazgirt Zaferi için bütün tarihçiler “bütün dünya tarihinde dönüm noktası” teşkil ettiğinde birleşmektedirler. Bu zafer bütün Anadolu’yu Türklere açık hâle getirmiştir. Türklerin tarih boyunca kazandığı sayısız muharebelerinden hiçbiri, istikballerine bu derece tesir edici mahiyette olmamıştır. Tarih boyunca Türkler tarafından yüzlerce meydan muharebesinden bugün elde ne kaldığı düşünülürse Malazgirt’in değeri daha iyi anlaşılır.
Türk tarihinde Malazgirt’ten mühim iki vaka vardır. Biri İstanbul’un Fethi diğeri Sakarya muharebesidir. Dandanakan’da kazanılan zaferi Malazgirt tamamlamış, İstanbul taçlandırmıştır. Osmanlı, çağında bir cihan imparatorluğu haline gelerek tarihin en büyük siyasî teşekkülü hâline gelecektir. Ve son halka Türkiye devleti kurulacaktır.
Malazgirt Meydan Savaşı askerî, siyasi ve Türk-İslam tarihi bakımından çok önemlidir. Tarihin kaydettiği en büyük imha muharebelerinden biridir. Burada üstün sevk ve idare gücünün rolünü görmekteyiz. Gerçekten de Malazgirt’te, Sultan Alparslan’ın komutasındaki Türk ordusu kusursuz bir harekȃt planı, mükemmel bir düzen ve disiplin örneği sergilemiştir.
Türkler, Malazgirt Savaşı ile Yakın Doğu’da yeni vatan kurmakla kalmamışlar, İslam Âleminin Hıristiyan dünyasına karşı koruyucusu da olmuşlardır. Çünkü Malazgirt Meydan Muharebesi sadece iki ordu ve onların kumandanları arasında cereyan eden bir muharebe olmayıp, iki ayrı dünya ve medeniyeti karşı karşıya getirmiştir.
Malazgirt Zaferi ile Bizans’ın mukavemeti kırılıp, Türk kuvvetleri karşısında duracak gücü kalmayınca, Türkler açısından Anadolu’da yayılma ve yerleşme devri başlar.
Bu yerleşme öyle kesin ve ani olmuştur ki, o zamana kadar tarihin seyri içerisinde Anadolu’nun etnik ve kültürel yapısı, 1071 yılı sonrası olduğu gibi kesin değişikliğe uğramamıştır.
Türklerin, Bizans’tan kılıç hakkı olarak devir aldıkları Anadolu topraklarına, fetihten bir müddet sonra Doğulu ve Batılı tarihçiler artık “Turkia” adını vereceklerdir.
Malazgirt Meydan Savaşı ile tarihte ilk defa bir Bizans imparatoru esir ediliyordu.
Bu zaferle Türkler büyük bir zenginliği de sahibi oldu. Elde edilen ganimet tek kelime ile muazzamdı.
Savaşta Peçenek ve Uzların Selçuklular tarafına geçmesi, savaşın sonucuna katkısı ne olursa olsun Türk millî şuuru bakımından dikkate değerdir. Dinî duyguların ön planda olduğu bir çağda, Hıristiyan Uzlar ve Şamanî Peçeneklerin, Müslüman olan Selçukluların tarafına geçmesinde dil ve kültür önemli rol oynamıştır. Bu davranış o devre göre önemli bir olaydır. Çok geniş bir coğrafyaya yayılmasına rağmen Türklerin özbenliklerini ve millî şuurlarını korudukları görülmektedir.
Büyük Türk Hakanı Alp Arslan’ın ölümü, çoğu Türk büyüğünün ölümü gibi yersiz, zamansız ve talihsiz bir ölüm şeklinde olmuştur
Alp Arslan çok cesur bir komutan, üstün yaratılışlı bir hükümdardı. Genç yaşta ölmeseydi büyük cihangir olabilirdi. Öldürüldüğünde henüz 40’lı yaşların başındaydı. Fakat sekiz küsur yıl süren hükümdarlık döneminde, Yavuz Sultan Selim gibi(1512-1520), tarihî büyük vazifesini başarmıştı. Bu münasebetle kendisine “Cihan Sultanı”, Ebȗ’l-Feth” (Fetihlerin Babası) ve “Sultanü’l-ȃdil” lakapları verilmiştir.