https://www.istikbal.com.tr/marka/tinyhouse

Hüseyin Döngel


ORTADOĞU’NUN TANIMI, POLİTİK -STRATEJİK ÖNEMİ, TÜRKİYE’NİN ORTA DOĞU POLİTİKASI VE TÜRKMENLER

Petrol Haritası ve Ortadoğu


Petrol rezerv miktarı ve üretim oranı ile bir bölgenin jeopolitik önemi arasında doğru orantı vardır. Bu nedenle büyük petrol üretim sahaları küresel etkiye sahip olabilmektedir. Örneğin ‘’Ortadoğu Bölgesi’nde bulunan Suudi Arabistan, İran, Irak ve Birleşik Arap Emirlikleri büyük ihracatçılar olarak dünya petrol piyasasında kritik öneme sahiptirler. Bu ülkelerde ya da bölgede çıkabilecek bir siyasi kriz veya askeri çatışmanın bu ülkelerin ihracatlarını etkilemesi, ham petrol arzında yaratacağı düşüş ve kısa dönemde petrolün talep esnekliğinin az olması nedeniyle yani kısa dönemde petrol yerine bir başka enerji kaynağı kullanılamayacağı için ,ham petrol fiyatını hızla yükseltebilir. Bir başka deyişle Suudi Arabistan, İran ve Irak’tan ihracatı durduracak ya da azaltacak herhangi bir krizin etkisi, enerji ithal eden her ülkenin bu ülkelerden ne kadar petrol ithal ettiğinden bağımsız olarak, dünya petrol piyasalarındaki fiyat artışı nedeniyle, enerji ithal eden bütün 
ülkelere ve dünya ekonomisine olumsuz yansır. 
20. yüzyılın ilk yarısından itibaren petrol hızlı bir şekilde değer kazanmış Ortadoğu’nun ve buradan geçen kara ve deniz yollarının stratejik önemi dünyanın hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede artırmıştır.
Petrolün Güneybatı Asya’daki varlığı gerçek anlamda 1901 yılında İran’ın Zağros Dağları eteğinde yer alan Mescidi Süleyman’da açılan bir kuyu ile anlaşılmıştır. Ancak bu bölgede böyle yağlı bir sıvının yer yer satıhta aktığı daha ilk çağda M.Ö. 5000 yıllarında bilinmekteydi (Gözenç, 2006, 90). OECD’nin 2006 verilerine göre: Dünya petrol rezervinin %62’si, doğal gaz rezervinin %40’ı Ortadoğu’da, bunun da %99’u Körfez bölgesinde bulunmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansının verilerine göre, 2010 yılı itibariyle ham petrol üretiminin %32’lik kısmı, ham petrol ihracatının ise %38’i Ortadoğu ülkelerinden yapılmaktadır.

Bu sebeple, büyük petrol üreticisi ülkeler ile 
Dünya’nın büyük miktarlarda  petrol tüketen ülkeleri arasında sıkı bir stratejik ilişki vardır. Dolayısıyla uluslararası arenada herhangi bir güç ya da ittifak odağı, diğer bir güce ya da ittifaka egemenlik sağlamak zorunda ise Ortadoğu’yu kontrol altında tutmak zorundadır.
Avrupa ve Güney Asya arasındaki deniz yolu mesafesini büyük ölçüde azaltan Akdeniz ve Kızıldeniz’i arasındaki Süveyş Kanalı, 1869 yılında faaliyete girmesinden itibaren başta Mısır olmak üzere bölgenin jeopolitik önemini arttıran bir diğer etken olmuş ve ‘’Ortadoğu’yu kontrol etmek Dünya’yı kontrol etmektir’’ prensibini Dünya’ya tekrar hatırlatan bir nitelik taşımıştır. Ayrıca Basra Körfezi’nin devasa petrol üretimini Dünya’ya açan kapı olan Hürmüz Boğazı bölgenin önemini arttıran bir diğer faktördür.
Özetlediğimiz bütün bu faktörler geçmişten günümüze kadar hakimiyet alanını genişletmek, ekonomilerini geliştirmek ve daha birçok sebepten dolayı bölgesel ve daha çok küresel aktörlerin Ortadoğu siyaseti ile yakından ilgili olmalarına neden olmuştur. Pek çok yabancı devletin çıkar temin etmeye çalıştığı bölgede, bu devletler bölge ülkelerinin yönetiminde söz sahibi olmak ve dolayısıyla Ortadoğu’nun jeopolitik öneminden yararlanmak için, hükümet darbelerinden, iç savaşlara kadar götüren etnik ve dini kışkırtmalara, bölge ülkeleri arasındaki anlaşmazlıkların savaşa dönüşmesine sebep olmaktan, doğrudan bu savaşlara dahil olmalarına kadar birçok yolu denemiş ve denemeye devam etmektedirler. Bundan ötürü Dünya’da çıkan savaşların birçoğunun temel sebebi Ortadoğu ve Ortadoğu’nun paylaşımıdır denebilir.
Öte yandan bölge siyaseti üzerinde belirleyici etkiye sahip yapısal faktörlerden birisi de tarihtir. Tarihsel miras devletlerin ve milletlerin şekillenmesinde etkili olduğu gibi günümüzde hala devam eden birtakım yapısal sorunlara yol açabilmektedir. Ortadoğu 19. yüzyılın sonlarına kadar büyük ölçüde Osmanlı hâkimiyetinde idi. Yaklaşık 400 yıllık bir hakimiyetin ardından Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devletinin yıkılmasıyla bölgede yeni devletler kuruldu. Bölgenin siyasi haritasının 1916’da İngiltere ve Fransa arasında imzalanan gizli Sykes-Picot Anlaşması ile şekillendiği sık sık ifade edilir. Fakat bölgenin siyasi haritası büyük ölçüde 1919 Paris ve 1920 San Remo konferanslarında belirlenmiştir. Bununla beraber bölgede 1920’lerde bağımsız olan sadece beş devlet vardı; İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve Yemen. Diğer bütün ülkeler manda, himaye veya kolonileştirme suretiyle bir şekilde Avrupalı devletlerin denetimleri altına girmişlerdi. Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ‘dekolonizasyon’ sürecinin sonunda Ortadoğu siyasi haritası bugünkü şeklini almıştır. Bu dönemde yaşanan devlet inşası süreciyle siyasi rejimlerin tipleri ve yapıları belirlenmiştir. İsrail ve Filistin dışında İngiliz hakimiyetindeki bölgelerde monarşiler kurulurken, Fransızların etkili olduğu Lübnan, Suriye, Tunus ve Cezayir’de cumhuriyet rejimleri kurulmuştur. Devlet inşası süreci yakın geçmişte olduğu gibi günümüzde de bölgede temel siyasi ve güvenlik sorunlarını doğrudan etkilemektedir. Devlet inşası sürecinde iktidarın merkezine yerleşen ve avantajlı konumda bulunan aşiret, mezhep, sosyal grup ile iktidardan uzak kalan kesimler arasındaki ilişkiler siyasetin başlıca kırılma noktalarını belirlemektedir. Ayrıca devlet inşası sürecinde belirlenen sınırlar, bazı durumlarda yapısal sorunlara dönüşebilmektedir. Sınırların büyük güçler tarafından ‘keyfi’ olarak belirlendiği Ortadoğu’da birçok ülkenin komşusuyla sınır sorunu bulunmaktadır.