Hüseyin Döngel


ORTADOĞU'NUN TANIMI, POLITIK-STRATEJİK ÖNEMİ, TÜRKİYE'NİN ORTADOĞU POLİTİKASI VE TÜRKMENLER

Orta Doğunun Politik - Stratejik  Önemi


Ortadoğu hiç şüphesiz dünya üzerinde çok özel bir öneme sahiptir. Ortadoğu’nun stratejik önemini iyi analiz etmek,  bölgenin nasıl böyle bir evrensel ruha kavuştuğunu açıklar. Bölgenin bu şeklide önem kazanmasında üç unsur öne çıkmaktadır, bunlar; coğrafi konum, dinler ve zengin yeraltı kaynaklarıdır. Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bu kıtaların doğal geçiş yolları üzerinde yer alan Ortadoğu; Rusya ile sıcak denizleri, Doğu ile Batıyı, Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu birbirine bağlayan, aynı zamanda Avrupa ile Asya arasındaki bütün ticarî ve kültürel bağlantıların yapıldığı bir bölgedir. 


Yeryüzünün en önemli kara ve su yollarını kumanda etmesinin kendisine kazandırdığı eşsiz jeopolitik değer, Ortadoğu’yu tarihin ilk dönemlerinden bu yana dünya egemenliği peşinde koşan güçlerin ilk emeli ve hedefi haline getirmiştir.

Asya ve Avrupa’ya yönelik tüm projelerin merkezini oluşturan  bu bölge jeostratejik konumu nedeni ile Avrupa devletlerini deniz komşuluğuyla, Hindistan, Çin ve Balkanları karasal yollardan, Anadolu, İran ve Arap yarımadasını tümüyle etkileme potansiyeline sahiptir. Ortadoğu’nun coğrafi konumundan ileri gelen birçok medeniyete ev sahipliği yapmasının doğurduğu kültürel zenginlik ile tarihin birçok kez akışını değiştirmiştir. Tarihte insanların yaşamını etkileyen birçok gelişmenin, ilk olarak bu bölgede gerçekleştiği bilinmektedir. Örnek vermek gerekirse ilk yerleşik hayat, ilk tarım faaliyetleri, ilk yazı, ilk yazılı kanunlar ve ilk dinler hep bu bölgede ortaya çıkmış ve dünyaya yayılmıştır (Çelik, 2014, 7).
Ortadoğu’nun tarihini ve jeopolitik önemini belirleyen en önemli etkenlerden biri de dinlerdir. Bölgede ortaya çıkan semavi dinlerden Musevilik, bölgede tarih boyunca etkili olmuş, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ile birlikte bu dinin ilk merkezi olan Filistin bölgesine yoğun Yahudi göçü yaşanmıştır. 1948’de kurulan  İsrail’in izlediği dini temelli politikalar birçok Arap-İsrail savaşına neden olduğu gibi Filistin bölgesinde tarifi imkansız yaralar açmıştır. Bugün Ortadoğu’da toplam Yahudi nüfusu yaklaşık 6 milyondur. Ortadoğu’da ortaya çıkan bir diğer semavi din olan Hıristiyanlık bölgede özellikle Roma döneminde etkili olmasına rağmen, bölge halkları arasında fazla yayılım göstermemiştir. Hıristiyanlar bazı bölge ülkeleri içinde azınlık olarak yaşasalar da en fazla nüfusa sahip oldukları ülke  6 miyonluk nüfusunun %40’ını oluşturdukları Lübnan’dır. 7. yüzyılın başlarında Hicaz bölgesinde ortaya çıkan İslamiyet kısa bir süre içinde devlet yapısına dönüşmüş ve İslam Devletleri aynı yüzyıl içinde Ortadoğu’nun büyük bir kısmına hakim olmuştur ve bugün Ortadoğu nüfusunun büyük bir kısmı Müslümanlardan oluşur. Dünya nüfusunun önemli kısmını oluşturan bu dinlerin bu coğrafyaya olan ilgileri bölgenin önemini büyük ölçüde arttırmasının yanı sıra geçmişten günümüze birçok soruna neden olmuştur. Bunların başında pek çok din savaşına sebep olan dinlerin yayılımcılığı ve semavi dinler için kutsal sayılan ortak mekanların bölgedeki varlığı tarihsel süreç içerisinde sürekli takrar eden çatışmalara yol açmıştır. Örneğin Kudüs; İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevilik dinleri için tarih boyunca vazgeçilmez bir şehir olmuş ve bu şehri ele geçirmek için pek çok savaş yapılmış, hatta tarihin en büyük kolektif savaş hareketlerinden biri olan Haçlı Seferlerinin önemli amaçlarından biri de bu şehri ele geçirmek olmuştur. Ayrıca Ortadoğu’nun çok uzun bir sosyal tarihinin olması bölgede  çok çeşitli etnik unsurların uzun süre bir arada yaşamaları ve bu etnik unsurların her biri için bölgenin önem arzetmesi bölgenin önemini arttıran bir diğer faktördür. Bazı bölge ülkelerinde görülen dini temelli farklılıkların, çeşitli nedenler ile kışkırtılması, İslam Coğrafyasında yüzyıllardır süregelen mezhep çatışmalarına yol açmış ve bölge üzerinde etkinlik kurmak isteyen aktörlerin kullandıkları bir mekanizma olmuştur.
Sanayi devrimi ile birlikte Dünya’da hızlı bir şekilde makine kullanımının artması ve sonraki süreçte başta enerji üretmek amacıyla petrolün birçok alanda kullanılmaya başlanması ile özellikle 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren petrol hızlı bir şekilde değer kazanmış Ortadoğu’nun ve buradan geçen kara ve deniz yollarının stratejik önemi dünyanın hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede artırmıştır.
Petrolün Güneybatı Asya’daki varlığı gerçek anlamda 1901 yılında İran’ın Zağros Dağları eteğinde yer alan Mescidi Süleyman’da açılan bir kuyu ile anlaşılmıştır. Ancak bu bölgede böyle yağlı bir sıvının yer yer satıhta aktığı daha ilk çağda M.Ö. 5000 yıllarında bilinmekteydi (Gözenç, 2006, 90). OECD’nin 2006 verilerine göre: Dünya petrol rezervinin %62’si, doğal gaz rezervinin %40’ı Ortadoğu’da, bunun da %99’u Körfez bölgesinde bulunmaktadır (Çelik 2014, 21). Uluslararası Enerji Ajansının verilerine göre, 2010 yılı itibariyle ham petrol üretiminin %32’lik kısmı, ham petrol ihracatının ise %38’i Ortadoğu ülkelerinden yapılmaktadır.