https://www.istikbal.com.tr/marka/tinyhouse

Hüseyin Döngel


ORTADOĞUDAKİ ÇATIŞMA DİNAMİKLERİ -2

Arap Baharı ile başlayan, Ortadoğu’daki siyasi dönüşümle paralel giden sosyal dönüşüm diğer faktörlerden çok daha köklü tarihsel kırılmalar meydana getirmiştir.


Bu kırılmaların en önemlilerinden biri kuşkusuz İslami hareket kavramının ortaya çıkışıdır. Bölgede Osmanlı sonrasında kurulan vesayet rejimleri, Batı orijinli farklı ideolojilerden kendi muhaliflerini doğurmakla kalmamış, tarihsel bir potansiyel olarak İslami söylemin kendini yeniden üretmesini de sağlamıştır.

Toplumsal tabanını genişleten İslami tepkilerin milliyetçi veya sosyalist görünümlü vesayet rejimlerinin karşı hamleleri ile sindirilmesi, 1960’lardan itibaren daha çatışmacı bir söylem ve eyleme yönelimi getirmiştir. Çatışmacı grupların ortaya çıkışı, ne siyasi reform ne de rejim değişikliği getirmiş, hatta sorun sadece güvenlik meselesi olarak görüldüğünden, her müdahalede şiddetin dozu giderek artmış ve bugün eskisinden daha radikal gruplar ortaya çıkmıştır.

Ortadoğu, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan Soğuk Savaş dengeleri içinde (1945-1990) daha az edilgen ama daha fazla bölünmüş bir görünüm arz ediyordu. 1950’lerin ortasından itibaren Bağdat Paktı ile somutlaşan bu bölünmüşlük, Mısır’ın başını çektiği milliyetçi/devrimci dalga ile Suudi Arabistan’ın başını çektiği muhafazakâr/statükocu söylem arasında kırılmalar yarattı. Bu bölünmüşlük, ABD ve Sovyetler Birliği taraftarlığı üzerinden bölge ülkelerinin birbirleriyle rekabetini ve kimi zaman da (Yemen, Libya ve Suriye iç savaşında olduğu gibi) vekâlet savaşlarını beraberinde getirmiştir.

Osmanlı sonrası Ortadoğu’nun bugün mevcut hukuki sınırları halen değişmeye devam etmektedir. Yaşanan süreçle hukuki sınırların ötesine taşan jeopolitik sınırlardan kaynaklanan sorunlar, dinamik bir şekilde bölge içi dengeleri sarsmaktadır. Bu ortam kimi zaman hammadde kaynaklarının kontrolü, kimi zaman etnik köken, kimi zaman da güvenlik politikaları üzerinden sınır anlaşmazlıklarını sürekli olarak gündemde tutmaktadır.

Ortadoğu’da doğmuş olan her bir semavi dinin kendi içindeki alt aidiyet grupları arasındaki mevcut mezhebi ilişkiler de bölgesel politikalarda rol oynamaktadır. İslam tarihindeki mezhebi çekişmelere ev sahipliği yapmış olan Suriye, Irak, Yemen ve Libya’da bugün yaşananları sadece mevcut grupların iktidar motivasyonları üzerinden anlamaya çalışmak veya Lübnan’a yönelik Fransız ilgisini, Haçlı seferlerine uzanan Katolik tarihin izlerini sürmeden sadece günümüzdeki siyasi gelişmelere dayalı olarak anlamaya çalışmak, hâlihazırdaki manzaranın sadece bir bölümünü görmeye imkân vereceğinden sınırlı bir görüş alanı sağlayacaktır. Dünyadaki çatışma modellemelerinde önemli bir unsur olan etnik ve mezhebi farklılık konusu, Batı’daki sonuçlarının aksine, Ortadoğu’da son yıllara kadar belirgin bir ayrıştırıcı unsur olmamıştır. Ortadoğu bölgesinin büyük bölümünün Arap nüfustan oluşması, etnik olarak daha homojen bir görüntü arz etmesinde etkilidir. Ancak bu, bölgede etnik kökenli sorunlar olmadığı anlamına gelmemektedir; zira Kürt, Türkmen, Tuareg örneklerinde görüldüğü gibi farklı etnik gruplar çatışmanın bizzat tarafı olabilmektedir. Ancak geleneksel alt sosyal grupların birbirleriyle rekabeti çok daha önemli sonuçlar doğurmuştur. Ortadoğu, tüm değişimine rağmen geleneksel yapıların halen çok güçlü olduğu bir toplumsal düzene sahiptir. Libya ve Suudi Arabistan, aşiret koalisyonu biçiminde örgütlenmiş ülkeler olarak geleneksel toplum özelliklerinin en güçlü hissedildiği yerlerdir. Bu dengelerin bozulması halinde ortaya çıkabilecek kaosun boyutları, 2013’ten itibaren başlayan iç savaşın gidişatına bakıldığında fazlasıyla görülmektedir.