https://www.istikbal.com.tr/marka/tinyhouse

Hüseyin Döngel


ORTADOĞUDA YÜRÜTÜLEN EMPERYALİZİM, BOP/ABD ve AB

19.yyda neredeyse dünyadaki halk ve milletlerin 0/060’nın siyasi düzeni sömürge statüsündeydi.


Sömürgelerin büyük bölümü Avrupalılara aitti. Buralar hâkim devletlerin sınırları dışında sahip olduğu, yönettiği, siyasal ve iktisadi ve siyasi çıkar sağladığı topraklardı. Birinci Dünya Harbi neticesinde Hicaz, Suriye, Lübnan, Irak, yarı otonom Mısır ve Kıbrıs İngiliz ve Fransız sömürgesi oldu. İkinci Dünya Harbi sonrası sömürge ülkelerin birçoğu büyük ve sabırlı mücadeleler sonucunda hürriyetlerine kavuştu.

Sömürgecilik insanlığın salgın bir hastalığıdır ve savaşların nedenidir. İnsanların dillerine doladığı barış sözcüğü sadece bir idealdir, sonsuz bir rüyadır.

Emperyalizm, zorla başkalarına egemen olup onları farklı şekillerde sömürmektedir. Karakterinde yakıp yıkma, iğdiş etme ve insani değerleri yok etme vardır. Görülen ve görülmeyen güzellikleri alıp götürmeyi, yer altı ve yer üstü zenginliklerini yağmalamayı, beyinleri ve ruhları köleleştirmeyi hedef alır.

Bugün değişen ne oldu? Değişen hiçbir şey olmadı, aynı düzen, sistemin araçları amaçlar aynı. Değişen sadece, sömürü düzenin argümanları ve kavramları. Efendiler aynı zihniyetin çocukları, işgal edilen coğrafya İslam coğrafyası, ezilen ve zenginlik içinde açlığa, sefalete mahkûm edilen halk Müslümanlar. Dün satranç oyunun kurgulayıcıları İngiltere ve Fransa iken bugün ABD o kadar. Dün düzenli ordular sahaya sürülüp cepheleri, orduları ve komutanları belli olan savaşın yerini bugün kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı asimetrik savaş türü, yani vekâlet savaşları almış durumda. Emperyalistler açısın daha düşük maliyetli bir savaş, ama yakılıp yıkılan ülkeler, dayak yiyen toplumlar, yaşanan dramlar aynı coğrafyanın ülkeleri ve insanları.

Bu gidişat nasıl durdurulur ve ahlaksız düzene nasıl son verilir veya güçlü bir direnç nasıl gösterilir?

Birincisi, İslam ülkeleri önce kafalarını kaldırıp şöyle bir dünyaya bakmalı ve orada neyin olup bittiğinin farkına varmalı. Akla, bilime, teknolojiye, sanata önem vermeli, aklı bir Kılıç ve rehber gibi kullanmalı; düşmanını güçlü kılan ne varsa o sahalarda kendini geliştirip güçlendirmelidirler.

İkincisi, binlerce dinden veya dini yorumdan arınarak tek sahih din olan İslam’a, Onun kutsal kitabına,  Kuran’a dönmeli ve Onun yüce Peygamberinin ayak izlerini takip etmeli. Başta devleti yönetenler olmak üzere din adamları, aydınlar ve halk mezhep taassuplarından uzaklaşmalıdırlar. İslam tarihinde yaşanan bu kavgaların ve üstünlük mücadelesinin ne götürüp ne getirdiği iyi bilinmeli ve sağlıklı dersler çıkartılmalıdır. Akılla, bilimle bağı koparılmış, hurafelerle ve sapkın itikatlarla doldurulmuş hiçbir din müntesiplerine fayda sağlayamaz.

Üçüncüsü, emperyalizme karşı milli bir bilinç

Geliştirilmeli ve bunun için de öncelikle dün dedelerininim yaşadığı acı hatıratlar ile dramatik hayatlar ve sahneler tarihçiler tarafından bir bir halka anlatılıp öğretilmeli, sebep ve sonuçlarıyla. Yakıcı ve tahripkâr asabiyecilik ve kavmiyetçilik anlayışından uzaklaşmak zorundadır Müslüman topluluklar ve devletler. Bir milli refleks oluşturabilecek bir milliyetçilik ruhu etrafında halklar toplanmalıdır.

İşin aslına bakıldığında, meselenin özünde Müslümanlar arasındaki kavgaların ve birbirlerini boğazlamalarının temelinde şu iki sebep yatıyor.  1- Din, 2- Cehalet. Şayet İslam dünyası bu iki büyük hastalıktan kurtulabilirse bir aydınlanma çağı yaşayabilir, devletleşme sürecini başlatır ve her sahada atılım yaparak bir güç haline dönüşebilir. Bugün yaşadığı sorunlarının üstesinden ancak yapacağı stratejik hamleler neticesinde gelebilir.

Uyuşturulan beyinler, işgal edilen zihinler bugün emperyalistlerden başka kimseye hizmet etmemektedir.

Direnç noktaları zayıf veya kırılmış bir ülkeyi ve toplumu yönlendirmek, yönetmek ve sömürmek sömürgeci devletlerin işini kolaylaştırmaktadır. Bugün ABD ‘nin, AB ülkelerinin ve diğer güç odaklarının kullandıkları iki önemli manivela din ve etnik yapıdır.

Bu coğrafyada öteden beri menfiasabiyecilik, kabilecilik anlayışı, aşiret kültürü öne çıkarılmış, bir ölçüde coğrafyanın kaderini belirleyen en önemli paremetrelerden biri olmuştur. Bu kabileler, farklılıklar içinde benliklerini eriterek toplumlarının milletleşme ve millileşme süreçlerini ya başlatamamışlar ya da bu sürecin önünü tıkamışlardır. Zaten din özelinde mezhepsel kavgaların doğurduğu felaketler ortada ayan beyan duruyor. Evet, iki zafiyet, Müslüman devletlerin kırılan direnç noktaları veya yumuşak karınlarıdır. Bu kaslar güçlendirilmelidir. Düşman bu zafiyetleri çok iyi bilmekle beraber nasıl kullanacakları hususunda da maharet sahibidirler. Sonuç itibariyle bu ana hastalıklılardan kurtulmayan İslam dünyası daha çok sömürü düzeninin tarlası olur.

Mikail TUNÇ
10.11.2019 22:05:51
Tebrikler... Duygularımıza tercüman olmuşsunuz.