https://www.istikbal.com.tr/marka/tinyhouse

Hüseyin Döngel


ORTADOĞUDA UNUTULAN OĞUZUN ÇOCUKLARI- TÜRKMENLER 24

Suriye Türkmenlerinin Dünü ve Bugünü 


Ortadoğu coğrafyasındaki Türkmenler, bölgesel güç olma iddiasındaki Türkiye’nin bugün değilse yarın en yakın müttefiki olacaktır. Müttefikliğin  ötesinde Türkiye’nin Türkmenlerle kan bağı , can bağı , gen bağı vardır . Bu bağ her türlü irtibat ve ilişkinin üstünde olan bir bağdır. Türkmenler, yerleşik oldukları ülkelerin vatandaşları olmakla birlikte Türk’türler. Türkiye dışında sadece Türkçe konuşan insanlar değil, Türk milletinin bir parçasıdırlar. Sadece Irak, Suriye, Lübnan değil, tüm Ortadoğu coğrafyasında yaşayan Türk olmakla birlikte Türkçeyi unutan kitlelerin de ortaya çıkarılmasını sağlayarak Türkiye’ye müzahir hale getirilmesinde stratejik yarar bulunmaktadır.

Kıpçak Türklerinin kurduğu Memluk Türk Devletinin egemenliğinde yaklaşık 300 yıl kalan, sonra da Osmanlı Türk Devletinin egemenliğinde  yaklaşık 500 yıl kalan Mısır’da dahi yoğun bir Türk kitlesinin bulunduğu düşünülmektedir. Arapça konuşuyor olsalar bile köken itibarıyla Türk olduklarının bilincine varmaları halinde Türkiye ile stratejik ortaklıklar içine girebilecekleri bir gerçektir.

Ortadoğu ülkeleri ile kurulacak ilişkilerde dini ve mezhepsel mülahazaların gözetilmesi elbette ki mümkündür. Ancak Türk kökenli kitleler arasında mezhep ve din farklılığı gözetilerek tavır geliştirilmesi son derece tehlikeli ve sakıncalıdır. Türkmenler ister şii olsun ister sünni olsun bizim eşit derecede değerli kardeşlerimizdir. Kan kardeşliğinin gönül kardeşliği ile de birleştirilmesi elzemdir. Araplar ile gönül kardeşliği ve din kardeşliğine sahip olabiliriz. Türkmenler ile hem kan, hem gönül hem de din kardeşliğimiz vardır. Türkmenlerin bize yakınlığı diğerlerine göre hep bir adım öndedir; önde olmak zorundadır. Bu bilinç dışında geliştirilecek her politik yaklaşım, eksik ve sakat kalacaktır.

  Ortadoğu coğrafyasında önder ülke olma iddiasını taşıması, Türkiye’nin en temel hakkıdır. Abbasilerden, Selçuklulardan, Tolunoğullarından, Memlüklülerden, Osmanlılara kadar bu coğrafya, yaklaşık 1000 yıldır Türkleri tanımaktadır. Çoğunlukla da Türklerin egemenliği altında bulunmuştur. Bundan sonra da önderlik iddiası ve talebi olacaktır. Ancak bu iddiayı gerçekleyebilmek için Araplaşmak değil, Türkleşmek gerekmektedir. Bölgede Araplaşarak değil Türkleşerek liderlik mümkün olabilecektir. Hamaset ve hevesle değil , ideolojik motivasyonların heyacanıyla değil ; tarihi ve kültürel bağlarımızı canlandıracak, siyasi , iktisadi ve diplomatik ilişkilerin istikrarlı bir şekilde icra edilmesiyle mümkündür. Bu işler toz pembe hayallerle yapılacak işler değil, Türkiyeden Ortadoğuda yaşayan Türkmen kardeşlerimiz de  diğer mazlumlar da bunu bekliyor. İddialı stratejik tezlerinin ne kadar doğru ve temelsiz oldunu hepimiz gördük.

2000’li yıllara kadar Atatürk’ün tercih ettiği politikaların bir sonucu ve birinci Dünya Savaşı esnasında Arapların politik ve stratejik tavırlarının bir neticesi olarak Türkiye’nin  bölge ülkeleriyle ilişkileri donuk ve sönük seyretmiştir. Bu sebeple de  Türkiye , Ortadoğu bölgesinin karmaşık sorunlarından uzak kalmaya çalışmıştı. Ancak 2002’den sonra hükümet bu yaklaşımı değiştirdi. 2002 yılında AK Parti iktidara gelince Ankara, Orta Doğu’ya yönelerek yeni ve çok yönlü bir dış politika izlemeyi seçti. Türkiye’nin, AK Parti döneminde ekonomik alanda önemli gelişmelere imza atmasıyla bölgedeki olayların şekillenmesinde rol alma isteği de paralel olarak yükseldi. Bu hedefe ulaşmak için Ankara’da iktidar olan yeni kesim, Irak, İran, Lübnan, Ürdün, Suriye ve Mısır olmak üzere civar ülkelerle derin ekonomik ve politik ilişkiler kurma yoluna gitti. Buraya kadar hepimiz alkışladık. Alkışlamalıydık da. Ancak AKP’nin  Neo Osmanlıcılık gibi uçuk kaçık bir hayalin peşine düşerek  Ortadoğu ülkelerinin abiliğine ve hamiliğine soyunma heves ve sevdası her şeyi berbat etti ve sonun başlangıcı oldu. Türkiye’nin bu yaklaşımı kendisinden çok bölgede yaşayan Türkmenlere zarar verdi. Sanırım “ kaş yapayım derken göz çıkarmak “ deyimi tam da bu durumlar için söylenmiş.


Türkiye’nin 2002 yılından itibaren Orta Doğu bölgesine odaklanması onun sadece bölge hükümetlerine değil, İhvan-ı Müslimin düşüncesine yakın olan partilere de yakınlaşmasını sağladı. Bazıları bunun, Avrupa Birliği üyesi olması hususundaki umutsuzluktan kaynaklandığını düşünürken diğerleri, Türkiye’nin Avrupa’da bölgeyi etkileyecek güçlü araçlara sahip olduğu intibasını yaratma planı olarak değerlendirdi. Böylece Türkiye, Avrupa’ya daha kolay bir şekilde girmiş olacaktı. Üçüncü bir grup ise bu eğilimin, İslamcı AK Partinin iktidar olmasıyla yönetim kadrosunda, bölgeyi yüzlerce yıl hükmeden Osmanlı İmparatorluğu'nun rüyasını canlandırdığını düşünüyor. Bu rüyanın sahipleri, Mısır’da İhvan-ı Müsliminin iktidara gelmesiyle hayallerinin gerçekleşmeye yakın olduğunu hissetti.

Hangi yaklaşım doğru olursa olsun bu dönemde Türkmenler bir öncelik olarak görülmemiştir. Türkmenler ile aynı milletin menbusu olma bilincinden mahrum bir şekilde politikalar geliştirilmiş, Türkmenler, müstakilen ve münhasıran muhatap alınmamış, araplar ya da kürtlere eklemlenmiş olarak Türkiye ile görüşmeleri istenmiştir. Adeta Türkmenler, araplaşmak ve kürtleşmek tercihleri arasında kalmışlardır. Hâlbuki Türkiye için Türkmenler birincil öncelik olmalı, diğer unsurlar Türkmenler üzerinden Türkiye ile görüşmek durumunda olmalıydı. Türkmenler, içinde yaşadıkları toplumlar ile Türkiye arasında köprü görevi görüyor olmalıydı.

Ortadoğu coğrafyası, tarih boyunca uluslararası siyasetin ana  gündem konusu ve mücadele alanı olmuştur.  Özellikle son yarım yüzyıldır yaşanan olaylar ve 2010 yılının sonunda Ortadoğu’da Arap Baharıyla başlayan değişim dalgası, bölgede yeni denklemler ortaya çıkarmıştır. Ortadoğu’da yaşanan bu gelişmelerle birlikte Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik ilgi ve etkisinde de değişiklikler kendini göstermeye başlamıştır.

Bu bağlamda, Ortadoğu’da yaşayan yerleşik halkların hak, özgürlük ve hayati çıkarları da yeniden tasarlanmaya başlamıştır. Araplar, Kürtler, Süryaniler, Şiiler, Sünniler bazında mikro düzeye inen politik tercihler, Ortadoğu’nun yüzyıllardır yerleşik halkı olan Türkmenleri gündeme taşımıştır. Başta Irak olmak üzere, Suriye, Lübnan, Yemen, Libya, İran, Filistin gibi ülkelerde bölgenin asli unsuru olarak yaşayan Türkmenler, Türkiye’nin bölgeye yönelik politikasında gerçekçi bir şekilde ne derece yer almaktadır? Bu konu, derinlemesine incelenmesi gereken bir konu olarak karşımızda durmaktadır.

Türkiye’nin 2000’li yıllardan sonra Türkmenleri önceleyen politikasını terk ederek kürt ve arapları önceleyen politikalara yönelmesi, Türkmenlerin sahipsiz kalmasına, kendilerini öksüz ve yetim hissetmelerine yol açmaktadır. Türkmenlerin çoğunlukla veya yoğunlukla yaşadığı bölgelerde özerk Türkmen yapılanmalarına gitmek, Türkmenlerin siyasi, sosyal ve kültürel haklarını garantiye almak yerine sünni araplar ile kürtlerin haklarını önceleyen bir politik tercih ortaya konmuştur. Bu politik tercih, Türkiye’nin bölgesel çıkarlarını ne denli koruduğu ve kolladığı 18 yıllık uygulamalar sonunda net bir şekilde görülmeye başlamıştır. Sonuç ne yazık ki Türkiye lehine görünmemektedir.