Hüseyin Döngel


Muhsin Yazıcıoğlu'nu Anlamak ve Anmak

Muhsin Yazıcıoğlu'nu Anlamak ve Anmak


Şehadetinin 13. Yıldönümünde O'nu özlemle ve dualarla  yad ediyoruz.

Muhsin Başkanı 1990’lı yılların ortalarında tanımıştım. Bu tanışıklığımız şehadetiyle nihayet buldu.  O, Ülkücü - Alperen gençliğin yani “melali tanıyan” bir neslin,  çilekeş, mazlum ve mağdur bir kesimin lideriydi. 
Muhsin Başkan ,Türkiye’ye ve Türk milletine sevdalıydı; Onun, Türklükle ilgili hayalleri, mutlu, müreffeh, kendi içinde barışık bir Türk milleti  oluşturma ideali vardı. Onun Türküyle kürdüyle , doğulusuyla batılısıyla, başı açık ve kapalısıyla ay- yıldızlı al bayrağın altında mutlu ve müreffeh yaşayan güçlü bir Türkiye hayal ediyordu.  Onun Türk- İslam dünyasının birliği çerçevesinde ‘ yeni bir medeniyet’ tasavvuru vardı.
Şatların zorluğunu biliyordu; ama zor oyunu bozar, diyerek şartların zorluğuna ,karşı karşıya olduğu tehditlerin, tehlikelerin büyüklüğüne aldırmadan inançları ve ülküleri doğrultusunda tavizsiz bir şekilde mücadelesini sürdürdü..  
Muhsin başkan bir siyaset adamından ziyade bir dava ve gönül adamıydı. O Anadolu insanının devlet kapısında, adam yerine konmasının mücadelesini veren,  Anadolunun bağrına düşen hormonsuz bir tohumdu. 
Gücünü milletten aldı umudunu millete bağladı. Türktü, Türkçüydü ve muttaki bir müslümandı. Hakka olan tevekkül ve teslimiyeti son derece yüksekti, Peygamber aşığıydı. O, devletin Anadolu insanına uzanan eliydi.

Muhsin Başkan, jakoben, buyurgan bir devlet anlayışının tam karşısında durdu. O hadim, millete hizmet eden bir devlet anlayışının savunucusuydu. Muhsin Yazıcıoğlu ömrünü müesses nizamla, vurguncu , soyguncu düzenle ve  bu düzenin düzenbazlarıyla mücadele etmekle geçirdi. O, en zayıfın en güçlüden hakkını alabildiği bir düzeni kurmanın idealiyle kendisini  milletine vakfetti.
Muhsin Başkan tam bir demokrattı, milletin darbelerle darp edildiği dönemlerde Türk milletinin gür sesiydi. O, insana ait birçok erdemi şahsında cem etmiş, haliyle kalini bütünleştirmiş örnek bir insandı, mümtaz bir dava ve devlet adamıydı.

Muhsin Yazıcıoğlu hepimizin gönlünde bir yıldızdı. En karanlık dönemlerde bile ışık ve güven veren bir ülkü yıldızı… Bütün ülkücülerin bir gözü hep onda oldu. O, ülkü Ocakları Genel Başkanlığı döneminde,  Mamak askeri cezaevine düştüğünde , dışarıya çıktığında, hatta MÇP’den ayrıldığında ve BBP’yi kurduktan sonra da inançla ve azimle verdiği mücadeleyle hep inandığı davanın tavizsiz takipçisi oldu. MHP’den ayrıldıktan sonra dahi en kızgın olanların bile göz ucu hep onda oldu. 
Belki içlerinden kızdılar, dışlarından eleştirdiler; ama birçokları onu hep sevdi. Çok sevdiler ama sevgilerini sağlığında gösteremediler. O sevgi şehadete erdikten sonra cenazesinde tezahür etti. Ona kızgın, kırgın ve onunla beraber yürüyen bütün Türk milliyetçileri , ülküler bir arada saf tuttular. Hâlbuki o herkese sevgiyle yaklaştı. Sevgisini her daim hissettirdi. Gözlerinin içinden hep bir samimiyet ve güven duygusu yansıttı. Girdiği sıradan kalabalıklarda bile kısa sürede verdiği güven duygusuyla  gökdelen gibi yükselirdi. Yanına her gelen bunu hissederdi. Belki ne olduğunu anlayamazdı ama yanından çıktıktan sonra ona karşı farklı duygular hissederdi. Kaza haberi ve sonrasında ortaya çıkan sevgi seli zaten bunu gösteriyor. 

Muhsin Yazıcıoğlu resmi söylemde bir siyaset adamı diye anılıyor. Ama ben bu tanımlamanın onu ifade etmekte çok yavan ve yetersiz kaldığını düşünüyorum. Onun hayatına baktığımızda zaten bunu rahatlıkla görüyoruz. Onun siyasi anlayışının, günümüz siyaset anlayışı ile uzaktan yakından bir benzerliği olmadı. Onun inandığı bir davası vardı ve bu davasına hayatını adamıştı. Onda inanmışlık ve adanmışlık vardı.  Dolayısıyla davasının gerektirdiği erdemli davranışları ne pahasına olursa olsun sürdürmekten geri durmadı. Tıpkı bir ülkücü gibi… Sanki Galip Erdem Ağabeyin  “ülkücü adayları” sıfatına layık olmak ister gibi… Cesaret dolu  bir dava adamı , samimi bir mümin gibi...  Son yolculuğunda artık hiç şüphe bırakmayacak şekilde bu vasıfların hepsini ispat eden bir er kişi olduğunu adeta cümle âleme gösterdi. 
 
Muhsin Başkan ülkücülüğü bugünün siyasi bir tavrı olarak görmediğini “alperen” anlayışında zaten ortaya koyuyordu. Onun inandığı ve kabul ettiği “Bugünün ülkücüleri dünün alperenleri, dünün alperenleri bugünün ülkücüleri” anlayışında bir ülkücülüktü. Onun için ülkücülük Türk milliyetçiliğinin ahlakıydı , erdemiydi. 

Muhsin Başkanın idrakinde, Türkün ülküsü dün neyse, bugün de oydu. Onun ülküsü de milletinin tarihten gelen davasına sahip çıkmaktı. O da öyle yaptı ve hayatını dünün alperenlerinin yaptığı gibi, milletinin bugünkü sıkıntılarını giderecek davasına adadı ve ülkücü olarak yaşadı. O, bir ülkü devi, bu çağın Alpereniydi. Siyaset bunun içinde küçük bir cüzdü. Belki de olması gereken bu kadardı ama bunu kimse anlayamadı. 
O kıt imkanlarlarla da millet için siyaset yapılabilineceğini herkese gösterdi. Yılgınlığa ve ümitsizsizliğe düşmeden tavizsiz  bir mücadele örneği sergiledi. Onun kendisine güvenenleri ve Türk milletini mahçup edecek hiçbir tavrı ve davranışı olmadı.  5,5 yılı hücrede olmak üzere 7,5 yıl boşu boşuna yattığı hapishaneden çıktan sonra bile devletine küsmedi. Yarabbi, kahrında hoş lütfunda hoş diyerek kaldığı yerden devlet ve millet adına mücadelesine devam etti.
Anlayamayanlar küçük hesaplara takılıp kaldılar. Kimisinin basireti günlük siyasetle bağlandı, kimisi şark kurnazı olarak değerlendirmeye kalktı. Basireti bağlanıp onu suçlayanlar muhtemeldir ki şu an çok üzgünlerdir. Gerçekten şahsi çıkar hesabı yapmadan dosdoğru bir hayat yaşayan, yolunda zig zag yapmayan, eğilip bükülmeyen, mücadele azminden zerre kadar bir şey kaybetmeyen bu dava adamının büyüklüğünü şimdi daha iyi anlıyorlardır.
Toprağa verilirken ortaya çıkan Türkiye tablosu bu çilekeş gönül insanını, ülkücü -Alperen dava adamının hayallerinin bir bakıma gerçekleşmesi anlamına geliyordu. Yurt genelinde düşünce ve inanç yapıları farklı milyonlarca insan samimi şekilde üzüldü, yüz binlerce ev yas evi oldu. Gözler yaşardı, boğazlar düğümlendi gönüller darlandı ve yüreklet yandı. Bir zamanlar ki azılı ve amansız düşmanları dahi onun cenazesini kaldırmaya gelmişlerdi. 
Değişik kesimlerden yüz binler cenaze arabasının arkasında hüzün ve gözyaşıyla yürüdü. İktidarıyla muhalefetiyle siyasî liderler musallada saf tuttular. İmamın mutad “hakkınızı helal ediyor musunuz?” sorusuna yüreklerinden yükselen sevgi, saygı ve özlem dolu sımsıcak duygularla verdikleri cevap dalga dalga göklere yükseldi. Umarız bu ses her şeyi hakkıyla bilen ve gören “sonsuzluğun sahibi”ne ulaşmıştır.
Ülkücülük gerçekten zordur. İnanmak gerektirir, iman etmeyi gerektirir. Bedel ödemeyi gerektirir. Ahlak gerektirir. İstikrar gerektirir. İlkeli ve tutarlı olmayı gerektirir. Sevgi ve engin bir gönül gerektirir. 

Ülkücülük ve dava adamlığı gerekir, dava adamliğı dünya menfaatlerini elinin tersiyle itebilmeyi gerektirir. Gerektiğinde canını, emeğini, parasını vermeyi gerektirir. En önemlisi milletini ve milletinin fertlerini sevmeyi, benimsemeyi, önemsemeyi gerektirir. Çünkü dünya menfaatlerinin altında ezilenlerden ne dava adamı ne ülkücü ne de milletin adamı olur.

Arz ettiğim gibi ülkücülük bir dava adamı olmayı gerektirir. Rahmetli Galip Erdem Ağabey tabi ki haklıdır. Herkes ülkücü olamaz. Bugünün şartlarında bu sınavı kaç kişi geçebilir bilinmez. Ama Muhsin Yazıcıoğlunun bu sınavı hakkıyla verdiğine şahitlik ettik. 
Ruhun şad olsun. Allah’ın rahmeti ve mağfireti  üzerine olsun, Şehit liderim , Türkmen Beyi ağabeyim.