https://www.istikbal.com.tr/marka/tinyhouse

Hüseyin Döngel


Kimlik, dil ve düşünce dünyası - 5

Gazali’nin, “Filozofların Tutarsızlığı” adlı eserinden sonra oluşan Gazalici anlayışın hâkim olmasıyla birlikte ideal formunu yitirmeye başlayan felsefe ve düşünce geleneği, uzunca bir süre gündemden düşmüştür.


Hatta felsefenin gündemden düşmüş olması bir yana, felsefeye karşı olumsuz bir tavır takınılmış olması, tarihimizde felsefeyle barışmayı geciktirmiştir. Felsefenin gündemden düşmesi ve ona olumsuz bir tavır takınılması karşısında kelam, fıkıh ve bir yaşantı hali olarak tasavvuf ön plana geçmiştir. Aslında tasavvuf, felsefi içeriğe sahip bir dünya görüşü, ahlak ve metafiziğe sahip olduğu halde, “kâl ilmi değil, hal ilmi” olarak anlaşıldığı için, felsefe ile tasavvuf arasında kurulması gereken ilişki kurulamamış, bir hayat ve insan felsefesine giden yol açılamamıştır. Durum böyle olmakla birlikte Ahmet Yesevi, Yunus Emre, Mevlana gibi tasavvufun doruk noktasında olanlar, tasavvufu sadece yaşayarak kalmamışlar, ortaya koydukları eserler ve şiirlerle tasavvufun bir imkân olarak dayandığı temel bir metafiziğe, etiğe, insan ve hayat görüşü olduğuna dikkat çekmişlerdir. Türk düşüncesi, işte bu noktada ortaya çıkan zenginliği işlemek ve geliştirmek durumunda olmalıdır. Elbette Farsça yazmakla birlikte Mevlana, tasavvuf geleneğinin en önemli menzillerinden biridir. Akla ve akıl yürütmeye yönelik eleştirileri olmakla birlikte eserlerinde ele aldığı konular, öğretici ve ders verici yöntemiyle bazı kavramlar, Türk düşüncesi açısından işlenmesi gereken ve temel bir metafiziğe dayalı bir ahlâk doktrini elde etmeye uygun kavramlardır. Duru bir Türkçe ile Türk insanının bütün bir varlık karşısında takınabileceği tavrı en iyi şekilde dile getiren Yunus ve Anadolu erenlerinin ve ariflerinin Türk düşüncesinde önemli bir yer tutan tasavvuf ile halk edebiyatımıza kazandırdıkları örnekler, düşünce dünyamız açısından işlenmeyi beklemektedirler. İslâm sonrası dönemde bir Türk Düşüncesi aranacaksa, bu düşüncenin içinde gizlendiği en önemli kaynak, Türk Edebiyatı ve Tasavvuf düşüncesidir, denilebilir. Burada bir özellik daha belirtilmelidir ki, o da Türk sanatıdır. Çünkü düşünce, kendisini sadece yazılı veya sözlü olarak ifşa etmez. Aynı zamanda değişik sanat dalları biçiminde de gösterir. Türk müziği, el sanatları ve mimarisi, belli bir düşünce dünyasını temsil etmesi bakımından önemlidir. Çünkü bu eserler üzerine teorik bir etkinlik olan düşünme sayesinde Türk estetik anlayışının açığa çıkarılması mümkün olabilir.
Tasavvuf dışında ve 8 ile 12. asırlar arasındaki dönemi dışta bırakmak gerekirse, Fatih devrindeki birkaç istisna dışında, Osmanlının son dönemindeki batı ile olan kültürel alışverişin başladığı döneme kadar önemli bir fikir hareketi ve tartışmasına rastlamak pek mümkün olmamıştır. Düşünce açısından olumsuz bir dönem olarak da nitelendirilebilecek olan bu dönem, batıda Rönesans sonrası ve modern doğa bilimlerinin gelişmeye başladığı bir döneme denk gelir. 

Bilim, olgulardan kanunlara, nesnelerden kavramlara doğru bir yöntem uygular. Ulaştığı kanunlar ve kavramlar ışığında tekrar olgulara ve nesnelere döner ve onları açıklamaya çalışır. Sosyal hayatta olmuş, olacak ve olması muhtemel her sorunun İslâm Müçtehitlerinin çözdüğüne dair oluşan kanaat, onların koydukları fikirleri kanunlar haline dönüştürünce, olaylarla ve nesnelerle ilişkinin kesilmesi, bilimsel açıdan geri kalışın önemli bir nedeni olmuştur. Bunun adı tam anlamıyla bir skolâstiktir ve bu skolâstik,
katı bir dogmatizme neden olmuştur. Oysa batıda yaşanan Rönesans’ın en önemli nedenlerinden biri, skolâstiğin sona ermesi ve İslâm düşünürlerinin etkisidir.

Erdal Erdoğan
4.02.2021 15:59:12
Masallah yazıların doyurucu

Ramazan Büber
9.02.2021 18:58:49
Etkilendim.