https://www.istikbal.com.tr/marka/tinyhouse

Hüseyin Döngel


Kimlik, dil ve düşünce dünyası - 4

Bilim ve felsefe, zengin bir bilgi birikimine, folklorik malzemenin zenginliğine, inançların akıl tarafından işlenebilir oluşuna, özgür bir ortama ihtiyaç duyar.


Buraya kadar ele aldığımız çerçeveye göre Türk kültürel kimliğinin bilim ve felsefe yapma açısından sahip olduğu imkânlar nelerdir? biçiminde bir soru sorulabilir.
 Türkler hakkında yazılmış eserlere bakıldığında son derece taraflı ve düşmanlığa dayalı, dinden kaynaklanan önyargılarla dolu ifadelere rastlamak mümkündür. Bu türlü yanlı ve düşmanlığa dayalı, ötekileştirmek suretiyle verilmiş hükümlerin değeri konusunda ciddi endişeleri taşımamak mümkün değildir. Diğer bazı çalışmalarda ise daha çok Türklerin kahramanlıkları, savaşçı özellikleri, dostluk, erdem, ahlâk gibi konulardaki meziyetlerinden bahsedilmektedir. Devlet kurma ve idare etmedeki hünerleri, yardımseverlik ve misafirlere karşı düşkünlükleri, güçlü-kuvvetli oluşlarına dayalı olarak gösterdikleri kahramanlıkları, askeri başarıları, sözüne güvenilir oluşları, tabiat ile ilişkilerinde gösterdikleri üstün uyum başarıları, pratik ve gündelik hayattaki sorun çözümlerindeki yetenekleri, millete olan bağlılıkları gibi konularda kıyas kabul etmez bir biçimde üstün bir Türk Milleti tasviri vardır. Ancak bu türlü gündelik hayata ve ahlâka ilişkin tasavvurların dışında yani pratik olanın dışında bir teoria etkinliği olarak düşünülebilecek olan bilim, felsefe ve her alana ilişkin düşünce etkinlikleri konusunda çok fazla metne rastlanmamaktadır. Jean Paul Roux, başlangıçtan günümüze kadar Türk tarihini, bütün boyutlarıyla ele aldığı ‘Türklerin Tarihi’ adlı çalışmasında uzun bir tarihe sahip olan ve büyük dönüşümlere neden olan bir milletin sadece askeri başarılara ve gündelik hayatta gösterilen meziyetlere bağlı bir biçimde ele alınamayacağı görüşünü ortaya koyar. Aynı düşünceye başka pek çok yazarda da rastlanmaktadır. Sözgelimi Mes’ûdi, yeryüzünde filozof-bilge yetiştiren yedi milletten birisi olarak Türkleri sayar. Yine bu konuda İsmail Kara’nın Kutadgu Bilig’in dördüncü sayısında yayınlanan “Çağdaş Türk Düşüncesi Nasıl Ele Alınabilir?” adlı oldukça uzun ve nitelikli çalışması da metodolojik bir fikir vermekle birlikte, Türk Düşüncesini anlamak isteyenlere, bilhassa oryantalist bakışın etkisine maruz kalmış yazarların düşüncelerine bakışını da değiştirecek mahiyettedir.
Türk Düşüncesi kavramını, herhangi bir ırk anlamını içermeden, Türk Medeniyet çerçevesi , Türk kültür ve medeniyet havzası içerisinde vücut bulmuş olan düşünce faaliyetleri için kullanıyoruz. Türk Medeniyet çevresi ve havzası  içinde ortaya konulmuş olan düşünce etkinliklerini, diğer medeniyet çevrelerini hesaba katmadan ele alma imkânımız bulunmamaktadır. Türk medeniyetini de, Türk tarihinin birikimli bir bileşkesi olarak düşünüyoruz. Çok genel bir tasnif yapmak gerekirse bu bileşkeye, İslâm öncesi dönem ve İslâm sonrası dönem diye iki önemli evrenin katkısı bulunur. İslâm sonrası dönemde de, batılılaşmaya kadar olan dönem ile batılılaşma ile başlayan dönemi birbirinden ayırmak gerekir. Bu çok genel tasnifin içeriğine yüzeysel olarak bakılacak olursa İslâm öncesi döneme ait Türk Düşünce dünyasına hâkim olan unsurun Şamanizm ve destanlar olduğu görülür. Ayrıca Türk dinine ve destanlara mahsus kimi kavramların felsefe ve düşünce üretmeye uygun oldukları düşünülebilir. Kut ve bilgi kavramları hemen akla gelenlerdir. Nitekim Yusuf Has Hacib’in  Kutadgu Bilig adlı eseri , bu kavramların zengin muhtevasına işaret eder. Ancak asıl üzerinde durulması gereken dönem, İslâm sonrası dönemdir. Çünkü Türk tarihinin en önemli başarıları ve düşünce ürünleri, bu döneme aittir ve Türk kültürel kimliğinin oluşumunda İslâmiyet en önemli belirleyici faktör olmuştur.
Bugünden geriye doğru baktığımızda açıkça görülmektedir ki, içinden geldiğimiz gelenek, felsefesiz, düşünce ile ilgisi olmayan bir gelenek değildir. İslâm Medeniyetiyle karşılaştıktan sonra içine girilen medeniyetin, İslâm’ın ilk yıllarında ve bilhassa 8.asır ile 12.asır arasında güçlü bir felsefî birikime sahip olduğu açıktır. Ve bu felsefe, tek yönlü olmayıp, Aristoteles-Platon-Plotinos üzerinden Yunan felsefesiyle bağlantılı olduğu gibi, doğu kültürlerinden etkiler taşıyan mistik gelenekle de bağlantılı olmuştur. İslam felsefesi olarak adlandırılan bu felsefe, felsefenin temel disiplinlerinden metafizik ve mantık ağırlıklı olmasıyla dikkati çekmekle birlikte, İslâm’ın temel kaynaklarıyla bağlantılı bir tasavvuf geleneğini de içinde barındırmış, hatta materyalist eğilimlere sahip filozoflar bile yetiştirmiştir. Farabi ve İbn Sina, her ikisi de Türk olan ama Türkçe yazmayan filozoflardır. Dili, en önemli kültürel kimlik unsuru kabul etmekle birlikte bu filozofları Türk Medeniyet çevresi dışında saymak da elbette mümkün değildir.