https://www.istikbal.com.tr/marka/tinyhouse

Hüseyin Döngel


Denizlere vurulan Türk kimliği ve Doğu Akdeniz- 4

Doğu Akdeniz


Dünya siyasi haritasının çizilmesinde ve uluslararası sistemin yeniden şekillenmesinde oldukça etkili bir yere sahip olan  Doğu Akdeniz , son gelişen olaylarla  birlikte önemini  bir kez daha ortaya  koydu. 

Akdeniz havzasının kalpgâhı durumundaki Doğu Akdeniz, jeopolitik-jeostratejik önemiyle tarihi rolünü oynuyor. Küresel-bölgesel güç ve güç adaylarının projelerinin kesiştiği yeni bir “hesaplaşma” adresi olarak ön plana çıkan bölge, “beka” tayin edici rolünden ötürü her geçen gün daha da keskinleşen bir güç mücadelesine sahne oluyor.
Yunanistan'a koşulsuz destek vererek krize müdahil olan Fransa, Batı’nın lejyoner gücü olarak Türkiye’yi NATO’nun sorunlu üyesi konumuna sokmayı ve Akdeniz havzasında sömürge gücü olarak “Büyük Fransa”yı yeniden inşa etmeyi hedefliyor.

Bu bağlamda ABD’nin küresel hegemonya hedefinin önemli bir parçası olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) tarihsel kodlarına hızlı bir dönüşü ,
 Çin’in Batı’ya Doğru Politikası’nda önemli bir enstrüman olan Kuşak ve Yol Girişimi, 
Çarlık Rusya’sının /SSCB’nin tarihsel  özlemi olan ve bunu Güney’e Doğru Politikası ile hayata geçirmeye çalışan Rusya’nın  emelleri, 4. Reich’ın” hayalini kuran Almanya’nın Büyük Alman İmparatorluğu’nun geleceği,  büyük ölçüde bu krize kilitlenmiş vaziyette.  

Dolayısıyla Doğu Akdeniz, çok kutuplu dünya düzeninin inşa sürecinde fazlasıyla kırılgan kavşaklardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Bölgeye taraflarca atfedilen bu jeopolitik-stratejik önem, bölgedeki doğalgaz rezervleri (ya da enerji güvenliği) ve su yollarının kontrolü üzerindeki mücadeleden çok daha öte bir anlam içeriyor.

 Dolayısıyla Akdeniz havzasına kimin sahip olacağı sorusu düne göre çok daha büyük bir önem kazanmış durumda.
Ankara’nın Doğu Akdeniz’deki krizin sonuçlarının küresel boyutta olacağını, çifte standartların ve tek taraflı tutumların başta NATO olmak üzere Batı İttifakına ciddi zararlar vereceğini göstermesi düne göre çok daha büyük bir önem arz ediyor.
Nitekim Avrasya’nın Batı kanadından Doğu kanadına evrilmesi hedeflenen “büyük oyunun” geleceği  açısından  Doğu Akdeniz’in ön plana çıkan önemi, bölgedeki jeopolitik fay hatlarını harekete geçirmiş bulunuyor. 11 Eylül sonrası yaşanan diğer krizlere göre Doğu Akdeniz’deki gerginliğin daha hızlı bir seyir izlediği, adeta tarihi hızlandırıcı bir rol oynaması da bundan kaynaklanıyor. Bundan ötürü Doğu Akdeniz, kriz içinde krizlere gebe bir görünüm arz ediyor. Burada, hiç kuşkusuz, ABD’nin liderliğinin tartışılır bir hale gelmesi epey önemli. Zira şu ana kadarki gelişmeler ABD’nin çok da arzuladığı bir sürece işaret etmiyor. Daha da ötesi, uygulamaya koyduğu “kaos düzeni” kontrolden çıkmaya başlamış durumda. Tüm dünyayı derinden etkileyecek, stratejik çıkarların çatışmaya evrileceği bir düğüm noktasına dönüşmüş bulunuyor. Bunun için, kırılganlaşan stratejik fay hatlarını tetikleyecek küçük bir kıvılcım fazlasıyla yeterli olacaktır. Dolayısıyla bölgedeki hakimiyet ya da yeniden paylaşım mücadelesi askeri-diplomatik anlamda oldukça gergin, sıkıntılı bir seyir izliyor.
Buradaki temel soru ya da sorun da tam bu noktada ortaya çıkıyor. Doğu Akdeniz, gerçekten hedeflendiği gibi ABD merkezli Batı’nın kontrolünde mi olacak ya da derin sularında ABD hegemonyasına ev sahipliği mi yapacak? Krizin aktörleri Doğu Akdeniz üzerinden neleri hedefliyor? Türkiye bu krizin neresinde? Türkiye açısından bu kriz ne anlama geliyor? Türkiye-Yunanistan arasındaki gerginlik aslında kimin krizi ya da bu kriz üzerinden kimler, nasıl bir hesap içerisinde? Türkiye’nin Akdeniz’de bir güç olması neden engellenmeye çalışılıyor?

Krizin adını doğru koymak gerekiyor.
Başlangıçta ,Türkiye-Yunanistan özelinde dar bir alana sıkıştırılmaya çalışılan, fakat özü itibarıyla çok daha geniş bir coğrafyayı ve aktörler topluluğunu içine alan Doğu Akdeniz krizi, ikili-bölgesel bir krizden ziyade uluslararası bir bunalıma dönüşmüş durumda. Dolayısıyla krizin tarafları sadece Türkiye ve Yunanistan değil. İki ülke krizde buz dağının sadece görünen yüzü. Nitekim bu krizin Irak, Suriye, Libya vb. krizlerden çok daha farklı olduğu dikkatlerden kaçmıyor. Öncelikle kriz, örgütler arasında değil ya da örgütler üzerinden yürütülmüyor. Dolayısıyla vekalet  savaşlarında/hesaplaşmalarda “araç/aktör-yöntem” değişikliği söz konusu. Daha da ötesi, ulus devletler arasında gibi görülen kriz, bu niteliğini de kaybediyor ve bir ileri aşamaya taşınıyor. Türkiye-Yunanistan arasında seyreden krizin Fransa’nın müdahaleleriyle Türkiye-Avrupa Birliği (AB), Türkiye-NATO ve nihayetinde Türkiye-ABD krizine dönüştürülme çabaları burada dikkat çekici. Krizin her geçen gün Yunanistan-Fransa ikilisi üzerinden bir Türk-Batı krizi görüntüsü arz etmesi, bu açıdan oldukça manidar. Bu da bize Yunanistan’ın krizdeki rolünün ve motivasyonunun kaynağını göstermesi açısından önemli.