Erzurum Barosu: "Savunmasız, Müslüman-Türk halkına karşı katliamlar gerçekleştirildi"
Erzurum Barosu Yönetimi Baro Başkanı Avukat Mesut Öner Başkanlığı’nda Ermeni soykırımının 24 Nisan 1915’in 110. Yıl dönümü münasebetiyle yayımladığı bildiri ile kınadı.
Baro Başkanı Av. Mesut Öner, yayımladığı mesajında, "Erzurum Barosu olarak mesnetsiz, tarihi gerçeklerden uzak ve uluslararası hukuk normlarıyla bağdaşmayan sözde soykırım iddialarını kabul etmediğimizi ve kesin bir dille reddettiğimizi kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz. Silahlı grupların gerçekleştirdiği bozgunculuk eylemleri ve salgın hastalıklar sebebiyle kaybettiğimiz canların acılarını hâlâ yüreklerimizde hissediyoruz" ifadesini kullandı.
Başkan Öner, mesajında şu ifadelere yer verdi: "Selçuklular’dan Osmanlı Devleti’ne kadar Türklerin hâkimiyeti altında yüzyıllarca yaşamlarını, ticari faaliyetlerini ve zanaatlarını huzur içinde sürdüren Ermeniler, özellikle Osmanlı dönemi boyunca tarihlerinin hiçbir döneminde görmedikleri ölçüde ve başka ülkelerde emsali bulunmaksızın sosyal hayatta ve bürokraside ayrıcalıklı bir konumda yer almış, üst düzey görevlere dahi atanmışlardır. Buna rağmen, 19. yüzyılın sonlarından itibaren ayrılıkçı bir düşünce doğrultusunda isyan hareketleri başlatmışlar; başta Vilâyât-ı Şarkiyye olarak adlandırılan Doğu Anadolu Bölgesi olmak üzere, ülkenin pek çok yerinde hükümete karşı ve bölgede yaşayan Müslüman-Türk halkı hedef alan ayaklanmalar gerçekleştirmişlerdir. Özellikle 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) sonrasında, Hınçak ve Taşnak örgütlerinin öncülüğünde gerçekleştirilen bu isyanlar tam anlamıyla terör eylemleri niteliğinde olmuş ve son derece kanlı bir şekilde yürütülmüştür. 1890-1909 ve 1909-1914 yılları arasında yaşanan Ermeni isyanlarında, on binlerce sivil ve asker Müslüman-Türk hayatını kaybetmiş, pek çok hane, ibadethane ve işyeri ağır tahribata uğramıştır" şeklinde konuştu.
"Ayrılıkçı Ermeniler fırsat aradı"
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na katılımını fırsat bilen ayrılıkçı Ermenilerin, seferberliğe katıldığını, büyük bir kısmı Rusya’ya sığındığını ve Türk ordusuna karşı savaşan Rus ordularının safında yer aldığını vurgulayan Erzurum Baro Başkanı Av. Mesut Öner açıklamasını şöyle sürdürdü, "Seferberliğe katılmayan diğer bazı Ermeniler ise silahlı çeteler kurarak terör eylemleri gerçekleştirmiş, cephe gerisindeki savunmasız Müslüman-Türk halkına karşı katliamlar gerçekleştirmişlerdir. Bu isyan ve terör eylemleri karşısında Osmanlı Hükümeti çeşitli tedbirler almak zorunda kalmıştır. İlk olarak, heyetler kurularak Ermeni cemaatinin liderleriyle görüşmeler yapılmış ve çetelerin katliamlarının durdurulması talep edilmiştir. Ancak bu girişimler sonuç vermeyince, 24 Nisan 1915 tarihinde Taşnak, Hınçak ve Ramgavar örgütleri kapatılmış, bu örgütlerin önde gelen 235 mensubu tutuklanmıştır. Ancak Mayıs ayında gerçekleşen ve 10.000 Müslüman-Türk’ün Ermeni çeteleri tarafından katledildiği Van İsyanı, alınan bu tedbirin de yetersiz kaldığını göstermiştir. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, 1915 Mayıs ayında "Sevk ve İskân Kanunu"nu yürürlüğe koymuştur. Bu kanunla, savaş bölgelerinde ya da stratejik öneme sahip yerlerde yaşayan ve ayrılıkçı komitelerle bağlantılı olduğu bilinen Ermeniler, bu bölgelerden uzaklaştırılarak ülke içindeki güney vilayetlerine yerleştirilmiştir. Ancak savaş hattından uzakta bulunan, düşmanla iş birliği yaptığına dair bir bilgi bulunmayan Ermeniler bu uygulamaya tabi tutulmamıştır. 1915’te başlatılan sevk ve iskân uygulamaları, Osmanlı Devleti’nin savaş bölgesinde güvenliği sağlamak, halkın can ve mal güvenliğini korumak amacıyla aldığı bir tedbirdir. Bu süreçte asıl büyük acıyı yine Müslüman-Türk halk yaşamıştır. Sayıları 1,5 milyona ulaşan Müslüman-Türkler, savaşın yıkıcı etkilerinden, yaklaşan Rus işgalinden ve Ermeni çetelerinin zulmünden kurtulmak için asırlardır yaşadıkları toprakları terk ederek Anadolu’nun iç kesimlerine göç etmek zorunda kalmışlardır"
"Yeni bir tarih yazma çabası var"
Osmanlı Devleti, sevke tabi tutulan Ermenilerin can ve mal güvenliğini azami ölçüde sağlamaya çalıştığı vurgulanan açıklamada, " Osmanlı ve yabancı arşiv belgelerine göre bu uygulamadan 700.000-750.000 civarında Ermeni etkilenmiştir. I. Dünya Savaşı’nın en çetin dönemlerine denk gelen bu süreçte, özellikle savaş alanlarında tüm Osmanlı halkı büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Tüm bu gerçeklere rağmen, 1915 yılında alınan tedbirler hakkında yeni bir tarih yazma çabası başlatılmış, propaganda yöntemleriyle Osmanlı Devleti’nin ve onun mirasçısı Türkiye Cumhuriyeti’nin soykırımla suçlanması hedeflenmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün "Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır" sözü, bu durumu en iyi şekilde ifade etmektedir. Geçmişte yaşanan olayların aktarımında ön yargılar, subjektif yaklaşımlar ve siyasi çıkarlar öncelik kazandığında, gerçek tarih ortaya çıkmaz. Tarihî olayları, meydana geldikleri koşullar çerçevesinde değerlendirmek bir zorunluluktur. 1915 olayları da bu perspektifle ele alınmalıdır. Aksi hâlde, hukukun bile göz ardı edilerek bu olayların tek taraflı ve önyargılı bir yaklaşımla "soykırım" olarak nitelendirilmesi, yanlış bir bakış açısının yansımasıdır. Son yıllarda Ermeni lobisi, 1915 olaylarının uluslararası toplum tarafından sözde soykırım olarak tanınması için yoğun bir propaganda yürütmektedir. Bu faaliyetler, genellikle ülke parlamentolarında kararlar aldırma yoluyla meşrulaştırılmak istenmektedir. Oysa bu yaklaşım, hem yukarıda belirtilen tarihî gerçekleri hem de hukuki zemini göz ardı etmekte ve tarihî bir olayı siyasallaştırarak daha büyük tahrifata yol açmaktadır. Nitekim yaklaşık 200 ülke arasında yalnızca 25 ülke parlamentosunun Ermeni Diasporası’nın iddialarını destekleyen kararlar almış olması, bu iddiaların uluslararası hukuk açısından herhangi bir bağlayıcılığı bulunmadığını göstermektedir. Soykırım uluslararası hukukta açıkça tanımlanmış bir suç olup İlk defa 1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde tanımlanmıştır. Yürürlük tarihinden önce gerçekleşmiş olaylar sözleşmenin konusu olamaz. 1915 olaylarına ilişkin olarak uluslararası hukukta tanımlanmış olan soykırım ifadesinin kullanılabilmesi için gereken şartların hiçbiri mevcut değildir. Türkiye Cumhuriyeti, köklü devlet geleneği ve insanlığın barış ve huzuru için çaba gösteren anlayışıyla, bu tür ithamların hedefi olamaz. Türkiye, tarihiyle yüzleşmekten hiçbir zaman kaçınmamış, mazisi karanlık güçlerden ders alacak bir ülke de olmamıştır. Bugün Gazze’de, Doğu Türkistan’da, Somali’de ve Afrika’nın birçok yerinde mazlumların yanında olan Türkiye, bu duruşunu kararlılıkla sürdürmektedir. Bu vesileyle, Anadolu’nun kurtuluşunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, varlığının devamında ve üniter yapısının korunmasında emek vermiş, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere tüm şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Ermeni zulmünün en derin izlerini taşıyan kadim şehrimiz Erzurum’dan, Erzurum Barosu olarak mesnetsiz, tarihi gerçeklerden uzak ve uluslararası hukuk normlarıyla bağdaşmayan sözde soykırım iddialarını kabul etmediğimizi ve kesin bir dille reddettiğimizi kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz" denildi.